Pages

December 27, 2010

perde

1

şişli'deki perde

December 22, 2010

design games 2 [tişört senaryoları]

[design games 2'nin ürünlerinden.. açıklamalar için şu yazı ve şu yazı...]
1
1

December 20, 2010

design games 2 [kahve kupası senaryoları]

design games 2'nin ürünlerinden.. açıklamalar için şu yazı ve şu yazı...

1
1

December 18, 2010

design games 2 [desktop senaryoları]

design games artık ciddi çalışıyor. akıllı uslu işler peşinde. olan bitenin açıklaması için şu yazı ve şu yazı...

1
1

December 14, 2010

2010: bir milano jurnali

istasyon: her ne kadar yola uçakla çıktımsa da milano'ya trenle vardım. ilk girdiğim yapı da bu dev istasyon oldu. trenlerin vardığı nokta dev bir hangar. ordan çıkınca 3 adet dev mekan, yani 3 adet dev tonoz ardarda sıralanıyorlar. birinden çıkılıp öbürüne giriliyor. hani yeni yandı, üstüne gitmek istemiyorum ama derler ya, yapıldığı dönemde haydarpaşa garı anadolu tarafından gelenleri ilk karşılayan yapıdır ve heybeti onlar için etkileyicidir falan, heybeti gelip burda görmek lazım. doğrusu (bir anadolulu olarak) etkilenmedim değil. [wikip.]

otel: belli ki perde ve yatak örtüsündeki bu lacivert üstü altın rengi süslemeler soylu bir hava versin diye konmuş. otel pek ahım şahım olmasa da internet var, oda servisi iyi, kahvaltısı zengin değil ama kaliteli (böyle yazacağım hostelbookers review'ümü). buenos aires caddesi diye bir cadde var. merkeze doğru iniyor. oldukça da canlı işlek bir cadde. benim kaldığım tür oteller bu caddenin iki yanındaki sokaklara yerleşmişler. zaten metro tramvay ve otobüs hatları heryeri heryere bağlıyor.
kent: milano kolay bir kent. halka halka bir merkezden dışarıya genişliyor. ışınsal mı derler? tek sorun, bisiklet yolları yetersiz. (ortak-bisiklet sistemi var bu arada).
tarih: şu ana kadar anladığım, gelen işgal etmiş giden işgal etmiş. düzlükte zira. uçakta inişe doğru uyandım. ovayı iyicene izledim. kuzey italya nerdeyse dümdüz. hafif kırışıklıklar haricinde. ileride italya'nın çizme kısmıyla kuzeyini ayıran sıradağlar görünüyordu. oldukça heybetliler.
milanolu: milano'lu siyah (koyu renk) giyiniyor. kaşkolunu kabanının içine özenle tıkıyor. spor ayakkabı giymiyor. dik yürüyor. gözlük takıyorsa koyu renk çerçeve tercih ediyor. işte milanolu. hepsi birbirine benziyor gibi geldi bana. esasında bizim ülkeye gelseler, bi de bizim berberlere gidip ykm'den giyinseler kimse italyan olduklarını farketmez. milanolunun asıl sorunu, ingilizce konuşmuyor. bilmiyor galiba. o da tam belli değil. insan van tu tiri diye sayabilir en azından. sevmiyor herhalde.
konfeksiyon: burada istiklal'de de bikaç örneği kalan o eski dükkanlardan var. bol bol. herşey büyük bir özenle katlanmış ya da paketlenmiş ve raflara konmuş. tabii bizdeki gibi her yer dolu dolu değil. burda her bir nesne özel. gibi. tabii moda için önemli bir kent değil mi burası? her taraf bir markalar dolu ama hangisi nedir ben pek anlayamıyorum.
kentin ortası: kentin bir tam-ortası var. orada duomo var. onun yanında da meşhur galleria. duomo çok şatafatlı bir mekan. nasıl bir emek sarfiyatı, nasıl ince işçilik, nasıl bir yüzyıllarca üstüste birikmek... bizde bunun bir karşılığı yok. "iyi olmuş keşke bizde de olsa" demiyorum. çılgınca bir iş. süleymaniye'nin bu binalara kıyasla çabucak biten inşaatı bile ustaların tüm memleketten toplanıp ailelerinden uzak yaşatılmasını gerektirmiş. ki özel bir ustalık da gerekmiyor taş ustası lazım işte. buradaki taş ustalığı belki mukarnaslı sütun başlıklarıyla kıyasanabilir. ama bina tümüyle bununla bezenmiş. ikonlardan, altarlardan, oymalardan, kabartmalardan, vitraylardan bahsetmiyorum bile... galleria da beklediğimden daha heybetli bir yapı.



2. Vittorio Emanuele: bu heykel de duomo'nun önünde duruyor. atın ayaklarının dibinde iki aslan yatmakta. heykeldeki abi ise aslanlardan daha korkunç. baya hırpani giyinmiş tiftik tiftik sırtından bişeyler sarkıyor. birleşik italya'nın ilk kralıymış kendisi. aslına bkz. gerçeğini görseniz pek de korkmazsınız.
kafe olgusu: meydandan kuzeye doğru dante caddesi çıkıyor. kafelerle dolu. kafe deyince pastane gibi peynirci gibi restoran gibi şarapevi gibi bişey. milano'da bunlardan bolca var. milanolu kafe seviyor. turistler de kafe seviyor.
19. yy kenti: ikinci ringin dışı dümdüz uzun caddeleri ve heybetli bloklarıyla ilk başta viyana ya da paris'i çağrıştırdı bana, biraz tatsız diye düşündüm. bugün ama esasında keyifli bir yer olduğunu farkettim. kendine has balkonlu bir tipoloji hakim. klasisizmden ziyade art nouveau ağırlıkta sanki. bu da bir doku veriyor kente.



orta avlular ve yatırımcılar:
doğan apartmanını düşünelim. sonra bundan bir kent yapıldığını. artık kimi doğan apartmanının üç beş misli olan kimi de daha mütevazı ölçekte bulunan yapıların her biri bir yapı adasını dolduruyor. ortalarında da kimi küçük ve loş kimi bitmez tükenmez görünen ama her biri ayrı güzel avlular ve bahçeler yer alıyor. bu avlular otopark olarak da kullanılıyor ve kapıcılar tarafından korunuyorlar. insan yine şu heybet meselesini düşünüyor. istanbul'daki eski binaların ölçeğini düşününce, bizde yakın zamanlara kadar devlet dışında büyük yatırımcı olmamış, onu anlıyorum.
sforzesko kalesi ve kültürün sahipleri: bugün iki müze gezdim. birincisi pinakoteka brera. içinde bir güzel sanatlar okulu da barındıran bir kompleks. napolyon zamanında orda burda yıkık dökük durumda bulunan kiliselerin eserleri bu akademiye eğitim materyali olsun gençler sanat tarihi öğrensin denerek derlenmiş. güzel bir rönesans koleksiyonları var. venedik ressamları ağırlıklı. sonra da bu kaleye gittim işte. söylemeye gerek yok inanılmaz heybetli bir bina. düklere düşeslere ev sahipliği etmiş. şimdi ise müze ve arşivleri barındırıyor. asıl görmek istediğim enstrümanlar müzesi kapalıydı. ben de diğer müzeleri gezdim. bir de şu kulağa dayanıp dinlenen rehberden aldım. önceki müzede ingilizce açıklama yoktu çünkü. fakat o kadar gereksiz bi rehber hazırlamışlar ki. detaylara gömülmüşler. kentin katman katman tarihine ve bölgenin tıkış tıkış kültürüne o kadar hakimler, o kadar üstüne çalışmışlar ki artık okuduklarını mırıldanarak dolanan bir deliye dönmüşler. soğukta müze üstüne müze gezip iyice zihin uyuşturduktan sora kulağımda sadece şu mesaj kaldı: bu eser çok şahanedir bu müze de onu tarihsel olaylar neticesinde elde etmiştir, koleksiyoner başlı başına tarihi bir şahsiyettir, eserin koleksiyondan alınıp müzeye kazandırılmasını sağlayan şahsiyetler ayrıca takdire şayandır, müzenin bulunduğu binanın her santimetrekaresinin bir adı vardır çünkü onun başına gelenler de tarih kitaplarına yazılmıştır, mimar binayı büyük özen ve başarıyla restore etmiştir, restorasyon süreci de ayrı bir tarihtir ve bu eserleri etkilenmeniz için size sunan ustalar da öyle büyük öyle büyüktür ki.
















[bunu beğendim]



bu tablo iskenderiye'de geçen bir vakayı anlatıyor. [burda bir fotosu var.] tarihi bir olay mı yoksa bir ütopik mimarlık örneği mi diye düşündürdü beni. sahnede osmanlı saraylıları var. toplaşmışlar hristiyan vaizi dinlemekteler [aziz markos imiş]. ama osmanlı saraylıları tüm 15-16. yy eserlerinde orda burda vardı. çünkü olaylar isa zamanında filistin'de geçiyordu. ve filistin'de doğulular yaşıyordu. (bunu herkes bilir.)

[tablo bellini'nin. bellini gerçekten istanbul'da vakit geçirip bu kavuklu kişileri gözleriyle görmüş. bellini için wikip. markos'un öyküsü de burda anlatılıyor.]


bergamo sokakları: öğlene doğru çıkıp bergamo'ya gittim. trenle yaklaşık bir saat sürüyor oraya gitmek. düzlükte büyükçe bir yerleşim ve bir de tepede eski kent var. üniversite kenti diye nitelemişler. anlaşılan önemli de bir turist destinasyonu. keyifli bir yer. yukarı çıkan bir füniküler var. sonra sokaklarda yürüyorsun. bu sokaklarda italyan sokağından beklediğimiz ne varsa hepsi mevcut. bakın hepsi de kıvrılıyor:

milano'da nizam-intizam: milano'daki merkez istasyonu bizdeki otogarlara tekabül ediyor. benzer bir yoğunluk ve karmaşa var. tabi ilginçtir, asker uğurlamaları dışında bizde otobüsler vakitli kalkıyor. burda tüm trenler rötarlı.. bilet makinelerinin yarısı bozuk oluyor ve gişelerde kuyruk var. insana önemli bir işi olduğunda bir b planı bulundurması gerektiğini hissettiren işaretler mevcut.


milano'da krismas: eh bayrama 3-5 gün kala tüm milano ışıl ışıl. caddeler renk değiştiren bulutlar, çiçekler, melekler, yıldız şelaleleri, yılbaşı ağaçları ve yukarı fırlatılan mavi fırıldaklarla bezenmiş. noel babalar dolanmaya başladı. bir iki gün içinde her yanda sokak çarşıları kuruldu. unlu mamüller, salam sucuk, peynir ve hediyelik eşya satılıyor. bir alışveriş heyecanı var. akşamüstü -ctsi olmasının da etkisiyle- duomo meydanı müthiş kalabalıktı. oraya yaklaşık 15 metrelik bir ağaç dikmişler. vittor emanuel'in görüş alanında. oradan metroya binemedim. çünkü orda da bilet makinelerinin yarısı çalışmıyordu ve hem makinelerin önünde hem biletin okutulduğu makinenin önünde uzuun kuyruklar vardı. ya evet bir de bileti okutmak için kuyruğa giriliyor. sadece bir tanesi çalışıyor çünkü o turnikelerin. evet milano'nun tam ortası oluyor bu. neyseki burda metro bizdeki gibi değil. 5 dakka keyifle kolonatlı sokaklardan yürüyüp [moda caddesi'nin büyüğü] sonraki istasyona varıyorsun. ordan biniyorsun.

milano'da türkiye, türkiye'de milano: "bu saçma detayı bizim mimarlar nerden bulmuş da hayatımıza katmışlar" dediğimiz anlarda aklımıza italya da gelsin. belki başka kaynaklar da vardır. ama bizim eski mimarların bir gözü bu topraklarda olmuş galiba. fakat burda bile pek anlamlı durmayan motifler ve fikirler bizim orda iyice bir fena olmuş sanki.

milano'da çin mahallesi: bergamo'dan erken dönünce ben de çin mahallesine yürüdüm. çin mahallesi milano'nun güzel bir bölgesi. ve orda gerçekten çinliler dolanıyor.










ince düşünce:
bergamo'da böyle ovaya bakarak oturulacak, dolanılacak güzel teraslar var. manzara görecek güzel noktalara da banklar koymuşlar. ancak banka oturuyorsun. duvara bakıyorsun. italya bana güven vermiyor demiş miydim?

kötü harita: genel bir kural olarak: eksik harita insana yolunu kaybettirir. ya da bulunduğun mevkiyi haritada hiç kaybetmeden gezeceksin. hansel-gretel modeli olunca dön dolaş kendini aynı yerde buluyorsun. neyse, sonuçta görmeyi planladığım tüm eski binaları ve mahalleleri bulmayı becerdim. ama kural şu: haritada tüm sokakların adı yazmıyorsa kaybolmayı göze aldın demektir. ya da konuşkansın ve sık sık yol soruyorsun.

sıcak şarap: hava yine soğuk. ama milanolu üşümüyor. milanolu dışarlarda sakin sakin dolanıyor. bunun sebebi tezgahlarda satılan sıcak şarap olabilir diye düşünerek ben de içtim. ama fazla işe yaramıyor. çünkü şarap ılık.

yazlık kent: yazları çok sıcak geçiyormuş. o yüzden tüm binalar açık saçık. açık koridorlar, açık merdivenler... ortak alanlar da ısıtılmıyor. gelgelelim kışın 3 ay böyle dondurucu soğuk oluyormuş. fakat evet, milanolu kendini akdeniz'de sanıyor. o yüzden de üşümüyor.

navigli mahallesi ve eskiciler: otelle hesabımı görüp metroyla navigli mahallesine yollandım. birkaç kanal var burda. eski liman bölgesiymiş [evet ovanın ortasında liman varmış] keyifli bir mahalle. resimde görülebileceği gibi uzun bir pazar kurmuşlar bugün. her tür eski eşya mobilya ıvır zıvır satılmakta. orta sınıflar için güzel bir pazar aktivitesi. hayat gittikçe daha mı sıkıcı oluyor ne?

aziz leonardo'nun mucizeleri: yolculuğumun son gününde gezdiğim mahallelerin genel karakteristiğini bu fotoğraf özetliyor. resimdeki büyük bina ise santa maria delle grazie. eski bir bina işte. içinde leonardo'nun son akşam yemeği adlı meşhur eserini barındırıyormuş. internetten baktım, eseri görmek için önceden randevu alınıyor yazıyordu. esasında fazla da kurcalamadım. belki de gerekmiyordur. ama bana bahane oldu. öbür tarafta da en geniş leonardo çizimleri koleksiyonu sergileniyordu. onu da kurcalamadım. niyeyse bu konular pek ilgimi çekmiyor. nasıl olup da çeker onu da anlamıyorum. vakti zamanında louvre'a gitmiştik. koridorlar arasında gezerken [ki ben beni benden alan mısır? bölümünün etkisi altındaydım] bir yerde insanların öbeklendiğini farkettim. orda mona lisa duruyormuş. herkes bir merakla durmuş ona bakmak için sıra bekliyor. ben de şöyle bir baktım gözucuyla. bana eski bir yağlıboya tablo gibi geldi. leonardo adlı bir ressam bir kadının resmini yapmış. (ama eşek hoşaftan ne anlar?)
magnet mahallesi: efenim teoriye göre insan zihni modüler bir yapıda. bir takım temel zihinsel işlevler için ayrılmış bölgeler var. yolda yürürken "dur bir hediyelik alayım" deyip bir dükkana girip hediyelik almak için de insan zihninde bir bölge olduğunu düşünüyorum. çünkü tüm modern insan toplulukları bu davranışı sergiliyor. ancak, biliyorsunuz ilgili beyin bölgemizde hasarlar oluştuğu zaman ya da bu bölgemiz yeteri kadar gelişemediği zaman bizde o işleve ait hiçbir algı oluşmuyor. zihin additif [?]. algı varsa deneyime katılıyor, yoksa farkında değiliz. bendenizde de malesef küçüklükten beri "bir hela bulayım da işeyeyim" bölgesi o kadar o kadar gelişmiş ki, hemen yanıbaşında bulunan "hediyelik" bölgesini tümüyle işgal edip bu işlevi ortadan kaldırmış. günümüzde sayahatten magnetlerle dönmenin önemini sözel olarak biliyorum elbette. fakat kör bir insandan da milano'ya gidince duomo'yu muhakkak görmesini isteyemezsiniz.

December 13, 2010

durak

1

mecköy'deki durak

December 8, 2010

bitirme 006 ve biten yaz



006 yaz sonu, akyaka'dayım. tekneye giderken karşıma o dönemki bitirme ödevi çekirdek jürim çıkıyor. yaz bitmiş. hava dönmüş. eylül 1 deyince deniz dümdüz olmuş. iş, insanı akyaka'da bile buluyor. bu föy alternatifleri o havada çıktı. [kare 1. kaptanım parakete toplamaya giderken bana poz veriyor, güneş doğmamış, ışık yetersiz, kare flu. kare 2. deniz bisikletinde turist ailesi. kare 3. bir yaz dahaa bitiyooor..]
1
1
1

December 4, 2010

gelincik bahçesi

1

osmanbey'deki gelincik bahçemiz
1