Pages

December 27, 2010

perde

1

şişli'deki perde

December 22, 2010

design games 2 [tişört senaryoları]

[design games 2'nin ürünlerinden.. açıklamalar için şu yazı ve şu yazı...]
1
1

December 20, 2010

design games 2 [kahve kupası senaryoları]

design games 2'nin ürünlerinden.. açıklamalar için şu yazı ve şu yazı...

1
1

December 18, 2010

design games 2 [desktop senaryoları]

design games artık ciddi çalışıyor. akıllı uslu işler peşinde. olan bitenin açıklaması için şu yazı ve şu yazı...

1
1

December 14, 2010

2010: bir milano jurnali

istasyon: her ne kadar yola uçakla çıktımsa da milano'ya trenle vardım. ilk girdiğim yapı da bu dev istasyon oldu. trenlerin vardığı nokta dev bir hangar. ordan çıkınca 3 adet dev mekan, yani 3 adet dev tonoz ardarda sıralanıyorlar. birinden çıkılıp öbürüne giriliyor. hani yeni yandı, üstüne gitmek istemiyorum ama derler ya, yapıldığı dönemde haydarpaşa garı anadolu tarafından gelenleri ilk karşılayan yapıdır ve heybeti onlar için etkileyicidir falan, heybeti gelip burda görmek lazım. doğrusu (bir anadolulu olarak) etkilenmedim değil. [wikip.]

otel: belli ki perde ve yatak örtüsündeki bu lacivert üstü altın rengi süslemeler soylu bir hava versin diye konmuş. otel pek ahım şahım olmasa da internet var, oda servisi iyi, kahvaltısı zengin değil ama kaliteli (böyle yazacağım hostelbookers review'ümü). buenos aires caddesi diye bir cadde var. merkeze doğru iniyor. oldukça da canlı işlek bir cadde. benim kaldığım tür oteller bu caddenin iki yanındaki sokaklara yerleşmişler. zaten metro tramvay ve otobüs hatları heryeri heryere bağlıyor.
kent: milano kolay bir kent. halka halka bir merkezden dışarıya genişliyor. ışınsal mı derler? tek sorun, bisiklet yolları yetersiz. (ortak-bisiklet sistemi var bu arada).
tarih: şu ana kadar anladığım, gelen işgal etmiş giden işgal etmiş. düzlükte zira. uçakta inişe doğru uyandım. ovayı iyicene izledim. kuzey italya nerdeyse dümdüz. hafif kırışıklıklar haricinde. ileride italya'nın çizme kısmıyla kuzeyini ayıran sıradağlar görünüyordu. oldukça heybetliler.
milanolu: milano'lu siyah (koyu renk) giyiniyor. kaşkolunu kabanının içine özenle tıkıyor. spor ayakkabı giymiyor. dik yürüyor. gözlük takıyorsa koyu renk çerçeve tercih ediyor. işte milanolu. hepsi birbirine benziyor gibi geldi bana. esasında bizim ülkeye gelseler, bi de bizim berberlere gidip ykm'den giyinseler kimse italyan olduklarını farketmez. milanolunun asıl sorunu, ingilizce konuşmuyor. bilmiyor galiba. o da tam belli değil. insan van tu tiri diye sayabilir en azından. sevmiyor herhalde.
konfeksiyon: burada istiklal'de de bikaç örneği kalan o eski dükkanlardan var. bol bol. herşey büyük bir özenle katlanmış ya da paketlenmiş ve raflara konmuş. tabii bizdeki gibi her yer dolu dolu değil. burda her bir nesne özel. gibi. tabii moda için önemli bir kent değil mi burası? her taraf bir markalar dolu ama hangisi nedir ben pek anlayamıyorum.
kentin ortası: kentin bir tam-ortası var. orada duomo var. onun yanında da meşhur galleria. duomo çok şatafatlı bir mekan. nasıl bir emek sarfiyatı, nasıl ince işçilik, nasıl bir yüzyıllarca üstüste birikmek... bizde bunun bir karşılığı yok. "iyi olmuş keşke bizde de olsa" demiyorum. çılgınca bir iş. süleymaniye'nin bu binalara kıyasla çabucak biten inşaatı bile ustaların tüm memleketten toplanıp ailelerinden uzak yaşatılmasını gerektirmiş. ki özel bir ustalık da gerekmiyor taş ustası lazım işte. buradaki taş ustalığı belki mukarnaslı sütun başlıklarıyla kıyasanabilir. ama bina tümüyle bununla bezenmiş. ikonlardan, altarlardan, oymalardan, kabartmalardan, vitraylardan bahsetmiyorum bile... galleria da beklediğimden daha heybetli bir yapı.



2. Vittorio Emanuele: bu heykel de duomo'nun önünde duruyor. atın ayaklarının dibinde iki aslan yatmakta. heykeldeki abi ise aslanlardan daha korkunç. baya hırpani giyinmiş tiftik tiftik sırtından bişeyler sarkıyor. birleşik italya'nın ilk kralıymış kendisi. aslına bkz. gerçeğini görseniz pek de korkmazsınız.
kafe olgusu: meydandan kuzeye doğru dante caddesi çıkıyor. kafelerle dolu. kafe deyince pastane gibi peynirci gibi restoran gibi şarapevi gibi bişey. milano'da bunlardan bolca var. milanolu kafe seviyor. turistler de kafe seviyor.
19. yy kenti: ikinci ringin dışı dümdüz uzun caddeleri ve heybetli bloklarıyla ilk başta viyana ya da paris'i çağrıştırdı bana, biraz tatsız diye düşündüm. bugün ama esasında keyifli bir yer olduğunu farkettim. kendine has balkonlu bir tipoloji hakim. klasisizmden ziyade art nouveau ağırlıkta sanki. bu da bir doku veriyor kente.



orta avlular ve yatırımcılar:
doğan apartmanını düşünelim. sonra bundan bir kent yapıldığını. artık kimi doğan apartmanının üç beş misli olan kimi de daha mütevazı ölçekte bulunan yapıların her biri bir yapı adasını dolduruyor. ortalarında da kimi küçük ve loş kimi bitmez tükenmez görünen ama her biri ayrı güzel avlular ve bahçeler yer alıyor. bu avlular otopark olarak da kullanılıyor ve kapıcılar tarafından korunuyorlar. insan yine şu heybet meselesini düşünüyor. istanbul'daki eski binaların ölçeğini düşününce, bizde yakın zamanlara kadar devlet dışında büyük yatırımcı olmamış, onu anlıyorum.
sforzesko kalesi ve kültürün sahipleri: bugün iki müze gezdim. birincisi pinakoteka brera. içinde bir güzel sanatlar okulu da barındıran bir kompleks. napolyon zamanında orda burda yıkık dökük durumda bulunan kiliselerin eserleri bu akademiye eğitim materyali olsun gençler sanat tarihi öğrensin denerek derlenmiş. güzel bir rönesans koleksiyonları var. venedik ressamları ağırlıklı. sonra da bu kaleye gittim işte. söylemeye gerek yok inanılmaz heybetli bir bina. düklere düşeslere ev sahipliği etmiş. şimdi ise müze ve arşivleri barındırıyor. asıl görmek istediğim enstrümanlar müzesi kapalıydı. ben de diğer müzeleri gezdim. bir de şu kulağa dayanıp dinlenen rehberden aldım. önceki müzede ingilizce açıklama yoktu çünkü. fakat o kadar gereksiz bi rehber hazırlamışlar ki. detaylara gömülmüşler. kentin katman katman tarihine ve bölgenin tıkış tıkış kültürüne o kadar hakimler, o kadar üstüne çalışmışlar ki artık okuduklarını mırıldanarak dolanan bir deliye dönmüşler. soğukta müze üstüne müze gezip iyice zihin uyuşturduktan sora kulağımda sadece şu mesaj kaldı: bu eser çok şahanedir bu müze de onu tarihsel olaylar neticesinde elde etmiştir, koleksiyoner başlı başına tarihi bir şahsiyettir, eserin koleksiyondan alınıp müzeye kazandırılmasını sağlayan şahsiyetler ayrıca takdire şayandır, müzenin bulunduğu binanın her santimetrekaresinin bir adı vardır çünkü onun başına gelenler de tarih kitaplarına yazılmıştır, mimar binayı büyük özen ve başarıyla restore etmiştir, restorasyon süreci de ayrı bir tarihtir ve bu eserleri etkilenmeniz için size sunan ustalar da öyle büyük öyle büyüktür ki.
















[bunu beğendim]



bu tablo iskenderiye'de geçen bir vakayı anlatıyor. [burda bir fotosu var.] tarihi bir olay mı yoksa bir ütopik mimarlık örneği mi diye düşündürdü beni. sahnede osmanlı saraylıları var. toplaşmışlar hristiyan vaizi dinlemekteler [aziz markos imiş]. ama osmanlı saraylıları tüm 15-16. yy eserlerinde orda burda vardı. çünkü olaylar isa zamanında filistin'de geçiyordu. ve filistin'de doğulular yaşıyordu. (bunu herkes bilir.)

[tablo bellini'nin. bellini gerçekten istanbul'da vakit geçirip bu kavuklu kişileri gözleriyle görmüş. bellini için wikip. markos'un öyküsü de burda anlatılıyor.]


bergamo sokakları: öğlene doğru çıkıp bergamo'ya gittim. trenle yaklaşık bir saat sürüyor oraya gitmek. düzlükte büyükçe bir yerleşim ve bir de tepede eski kent var. üniversite kenti diye nitelemişler. anlaşılan önemli de bir turist destinasyonu. keyifli bir yer. yukarı çıkan bir füniküler var. sonra sokaklarda yürüyorsun. bu sokaklarda italyan sokağından beklediğimiz ne varsa hepsi mevcut. bakın hepsi de kıvrılıyor:

milano'da nizam-intizam: milano'daki merkez istasyonu bizdeki otogarlara tekabül ediyor. benzer bir yoğunluk ve karmaşa var. tabi ilginçtir, asker uğurlamaları dışında bizde otobüsler vakitli kalkıyor. burda tüm trenler rötarlı.. bilet makinelerinin yarısı bozuk oluyor ve gişelerde kuyruk var. insana önemli bir işi olduğunda bir b planı bulundurması gerektiğini hissettiren işaretler mevcut.


milano'da krismas: eh bayrama 3-5 gün kala tüm milano ışıl ışıl. caddeler renk değiştiren bulutlar, çiçekler, melekler, yıldız şelaleleri, yılbaşı ağaçları ve yukarı fırlatılan mavi fırıldaklarla bezenmiş. noel babalar dolanmaya başladı. bir iki gün içinde her yanda sokak çarşıları kuruldu. unlu mamüller, salam sucuk, peynir ve hediyelik eşya satılıyor. bir alışveriş heyecanı var. akşamüstü -ctsi olmasının da etkisiyle- duomo meydanı müthiş kalabalıktı. oraya yaklaşık 15 metrelik bir ağaç dikmişler. vittor emanuel'in görüş alanında. oradan metroya binemedim. çünkü orda da bilet makinelerinin yarısı çalışmıyordu ve hem makinelerin önünde hem biletin okutulduğu makinenin önünde uzuun kuyruklar vardı. ya evet bir de bileti okutmak için kuyruğa giriliyor. sadece bir tanesi çalışıyor çünkü o turnikelerin. evet milano'nun tam ortası oluyor bu. neyseki burda metro bizdeki gibi değil. 5 dakka keyifle kolonatlı sokaklardan yürüyüp [moda caddesi'nin büyüğü] sonraki istasyona varıyorsun. ordan biniyorsun.

milano'da türkiye, türkiye'de milano: "bu saçma detayı bizim mimarlar nerden bulmuş da hayatımıza katmışlar" dediğimiz anlarda aklımıza italya da gelsin. belki başka kaynaklar da vardır. ama bizim eski mimarların bir gözü bu topraklarda olmuş galiba. fakat burda bile pek anlamlı durmayan motifler ve fikirler bizim orda iyice bir fena olmuş sanki.

milano'da çin mahallesi: bergamo'dan erken dönünce ben de çin mahallesine yürüdüm. çin mahallesi milano'nun güzel bir bölgesi. ve orda gerçekten çinliler dolanıyor.










ince düşünce:
bergamo'da böyle ovaya bakarak oturulacak, dolanılacak güzel teraslar var. manzara görecek güzel noktalara da banklar koymuşlar. ancak banka oturuyorsun. duvara bakıyorsun. italya bana güven vermiyor demiş miydim?

kötü harita: genel bir kural olarak: eksik harita insana yolunu kaybettirir. ya da bulunduğun mevkiyi haritada hiç kaybetmeden gezeceksin. hansel-gretel modeli olunca dön dolaş kendini aynı yerde buluyorsun. neyse, sonuçta görmeyi planladığım tüm eski binaları ve mahalleleri bulmayı becerdim. ama kural şu: haritada tüm sokakların adı yazmıyorsa kaybolmayı göze aldın demektir. ya da konuşkansın ve sık sık yol soruyorsun.

sıcak şarap: hava yine soğuk. ama milanolu üşümüyor. milanolu dışarlarda sakin sakin dolanıyor. bunun sebebi tezgahlarda satılan sıcak şarap olabilir diye düşünerek ben de içtim. ama fazla işe yaramıyor. çünkü şarap ılık.

yazlık kent: yazları çok sıcak geçiyormuş. o yüzden tüm binalar açık saçık. açık koridorlar, açık merdivenler... ortak alanlar da ısıtılmıyor. gelgelelim kışın 3 ay böyle dondurucu soğuk oluyormuş. fakat evet, milanolu kendini akdeniz'de sanıyor. o yüzden de üşümüyor.

navigli mahallesi ve eskiciler: otelle hesabımı görüp metroyla navigli mahallesine yollandım. birkaç kanal var burda. eski liman bölgesiymiş [evet ovanın ortasında liman varmış] keyifli bir mahalle. resimde görülebileceği gibi uzun bir pazar kurmuşlar bugün. her tür eski eşya mobilya ıvır zıvır satılmakta. orta sınıflar için güzel bir pazar aktivitesi. hayat gittikçe daha mı sıkıcı oluyor ne?

aziz leonardo'nun mucizeleri: yolculuğumun son gününde gezdiğim mahallelerin genel karakteristiğini bu fotoğraf özetliyor. resimdeki büyük bina ise santa maria delle grazie. eski bir bina işte. içinde leonardo'nun son akşam yemeği adlı meşhur eserini barındırıyormuş. internetten baktım, eseri görmek için önceden randevu alınıyor yazıyordu. esasında fazla da kurcalamadım. belki de gerekmiyordur. ama bana bahane oldu. öbür tarafta da en geniş leonardo çizimleri koleksiyonu sergileniyordu. onu da kurcalamadım. niyeyse bu konular pek ilgimi çekmiyor. nasıl olup da çeker onu da anlamıyorum. vakti zamanında louvre'a gitmiştik. koridorlar arasında gezerken [ki ben beni benden alan mısır? bölümünün etkisi altındaydım] bir yerde insanların öbeklendiğini farkettim. orda mona lisa duruyormuş. herkes bir merakla durmuş ona bakmak için sıra bekliyor. ben de şöyle bir baktım gözucuyla. bana eski bir yağlıboya tablo gibi geldi. leonardo adlı bir ressam bir kadının resmini yapmış. (ama eşek hoşaftan ne anlar?)
magnet mahallesi: efenim teoriye göre insan zihni modüler bir yapıda. bir takım temel zihinsel işlevler için ayrılmış bölgeler var. yolda yürürken "dur bir hediyelik alayım" deyip bir dükkana girip hediyelik almak için de insan zihninde bir bölge olduğunu düşünüyorum. çünkü tüm modern insan toplulukları bu davranışı sergiliyor. ancak, biliyorsunuz ilgili beyin bölgemizde hasarlar oluştuğu zaman ya da bu bölgemiz yeteri kadar gelişemediği zaman bizde o işleve ait hiçbir algı oluşmuyor. zihin additif [?]. algı varsa deneyime katılıyor, yoksa farkında değiliz. bendenizde de malesef küçüklükten beri "bir hela bulayım da işeyeyim" bölgesi o kadar o kadar gelişmiş ki, hemen yanıbaşında bulunan "hediyelik" bölgesini tümüyle işgal edip bu işlevi ortadan kaldırmış. günümüzde sayahatten magnetlerle dönmenin önemini sözel olarak biliyorum elbette. fakat kör bir insandan da milano'ya gidince duomo'yu muhakkak görmesini isteyemezsiniz.

December 13, 2010

durak

1

mecköy'deki durak

December 8, 2010

bitirme 006 ve biten yaz



006 yaz sonu, akyaka'dayım. tekneye giderken karşıma o dönemki bitirme ödevi çekirdek jürim çıkıyor. yaz bitmiş. hava dönmüş. eylül 1 deyince deniz dümdüz olmuş. iş, insanı akyaka'da bile buluyor. bu föy alternatifleri o havada çıktı. [kare 1. kaptanım parakete toplamaya giderken bana poz veriyor, güneş doğmamış, ışık yetersiz, kare flu. kare 2. deniz bisikletinde turist ailesi. kare 3. bir yaz dahaa bitiyooor..]
1
1
1

December 4, 2010

gelincik bahçesi

1

osmanbey'deki gelincik bahçemiz
1

November 29, 2010

bünyenin seyir defteri

_29.11.010_ çok güzel zamanlar sayılmaz. yeni bir yoğunluk dalgasını yakalamadan evvel ıvır zıvırla uğraşarak zaman harcamak. hayat da her zamanki gibi işte, oldurmayıp öldürmüyor. istanbul lodoslu. herşey de lodos yüzünden böyle. benim yüzümden değil. lodos yüzünden çünkü benim işlerin daha iyi olması için yapabildiğim bişey yok. bütün oklar aşağıya yönelmiş. yoksa bana mı öyle geliyor. lodosta öyle göründüğünden. en azından odanın penceresine storları taktım. güzel oldu. blogla uğraştım, eski entry'lerin imajlarını düzelttim. internette dolanıp ilham depoladım. wikileaks bir sürü belge yayınladı. iyi şeyler oluyor. herşey kilitlenmiş değil. belki görevlendirmem yetişir. pasaportum çıkabilir. belim düzelebilir. belki çalışmanın başına fazla acı çekmeden oturabilirim. belki deprem olur. belki okuldan atılırım. umut kesilmez. seyrediyoruz.
_30.11.010_ gerçekten eve çıkacağım. gerçekten şezlong konulacak bir açık alanı olacak. kırmızı şezlongu eve taşıyacağım. şezlongun yanında bir küçük sehpa duracak. sehpada limonata duracak. limonatada kağıttan şemsiye duracak. aşırı miktarda D vitamini sentezleyeceğim. atın ölümü arpadan olacak. evde güneşli bir pencerem olacak. pencerenin önünde en ucuz pöang koltuk versiyonu ve ayak uzatmak için puf duracak. pöang belime iyi geliyor. ve ucuz. kucağımda eee ile uzun uzun oturabileceğiz. pencere yeteri kadar genişse uzun bir çalışma masası da dikine pencereye saplanacak. verner'imle pencereye yan bakacağım. verner'de uzun uzun çalışılabiliyor. oturdum para hesabı yaptım. bence bu iş oluyor.
_30.11.010_ bir haber okudum, bundan sonra 5 yıl kesintisiz görev yapan devlet memurlarının 1 yıla kadar ücretsiz izin kullanabileceklerini yazıyordu. :]. acaba ben o kategoride miyim?
_30.11.010_ ne hissediyorum biliyor musun çocuk odasında tıkılmış inadına kapıyı açmıyorum (çünkü tv sesi geliyor) kazağımı da çıkarmıyorum terliyorum belim de ağrıyor ve googlereader'ımdaki bütün feedleri baştan sona tüketmeye çalışır gibi ama neler neler yapıyorlar insanlar bir dakika boş durmuyor mu ben de aylarca uğraştım bir kıytırık bildiri oldu konferansına bile yetişemiyorum ve çocuk odasındayım ve insanlar bişeyler yapmaya devam ediyorlar ve ben kitap bile okuyamıyorum çünkü çalışmayı beklemek zorundayım zaten kafamı indirdim kaldırdım gidemediğim konferansın sunumunu hazırlama vakti geldi yazamadığım bildirinin çalışmasına başlayacaktım ama sunamayacağım bildirinin sunumunun hazırlanması için çalışabilmeyi bekleyeceğim şimdi beklerken de taşınamadığım evleri emlakçı sitelerinden tekrar tekrar inceliyorum ve bu esnada reader'ıma feed'ler yağıyor da yağıyor. düşünüyorlar yazıyorlar yapıyorlar yaşıyorlar.
bir zamanlar bir dernek dolaylarında bikaç ay dolanmıştım. bu derneğin herşeyi olan büyüğümüz de nasıl köklü bir kurumda uzun yıllar başarılı biçimde çalıştıktan sonra oradan ayrılıverdiğini anlattı. neden ayrıldın dedi biri, dedi ki, ben orda öyle dursam, öyle dururdum ben orda.
tuhaf. onca kan revan, onca çaba, onca dertlenme, onca girişim, onca okuma, üretim... sanki hep boş durdum. sanki tek yaptığım burda böyle durmak oldu. siz siz olun, çocuk odasına tekrar dönmeyin. insan kendini fena hissediyor. (tatilden sonraki ilk pazartesi diyeceğim ama tanımadığım bir duygu, ukalalık olmasın.)
_1.12.010_ bari evden kaçayım deyip okula gittim. kahve koydum oturdum. sonra kemalettin bey'in telefon numarasını buldum aradım. ordan da başka bir dahiliye yönlendirildim. 2-3 telefon sonra görevlendirmemin fırından çıkıp taşkışla'ya geri yollandığını haber aldım. hemen gidip kendisini elde ettim. başladı programlar çeklistler. keyfim yerine gelince bir kahve daha koyup okulda küçük tur yaptım. herhalde 1,5 yılı geçmiştir küçük tur yapmayalı. harpuştaya oturdum kahvemi içtim. seri biçimde rezervasyonlar yapıldı. biletler alındı. erken kalkmaya başlayabilirsem bu mevzuları halledip kafamdan atabileceğim. evle ilgili para hesabında 100 lira şaşmışım. kontrol edilmeli. öyle demeyin, 100 lira terasa malolur. teras medeniyettir, şezlongdur, limonatadır. teras arkadaşlarla yenilen akşam yemeğidir, rakıdır, balıktır. teras kahve saatidir, uzun uzun uzaklara bakmaktır (gözleri dinlendirmek için yani.) teras en azından iyi yerden seyretmektir.
_3.12.010_ iki gün üstüste erken kalkınca bütün ıvır zıvır işleri hallettim. çeklistlerimi kontrol edip rafa kaldırdım. oh. hayatta en güzel an uzun bir çeklistin tükendiği an. ve bu nerdeyse hiç gerçekleşmiyor.
_8.12.010_ neyseki doğru anda kendimi çeklistimi bitirdim diye kandırmayı becerdim. biraz ferahladım o ara. sonra tabi tekrar çeklistlere gömüldüm. hiçbirşey hallolmuş değil. "zaten yapıldı o" türünden maddeler var çeklistte. onlar bile ne kadar zaman alıyor. insan ıvır zıvırla vakit kaybettim gibi hissediyor. ve aralarda geri çekilip etrafı izliyorum. sonra yeni deadlinelarımı haritama koydum. yine hepsi üstüste. yine hiçbirine yetişilecek zaman yok. yine yapılacak çok iş var. yine işin başına oturmak ölesiye zor. ama çeklistimiz yazılmış bir kere..
_9.12.010_ öğrenciler bana bugün soruyorlar: hocam akademisyenliği nasıl/niye/ne zaman seçtiniz? (henüz akademisyen sayılmasam da o yoldayım doğru.) düşünüyorum. seçmedim. kendisi oluyor. izliyorum. olmazsa da kendisi olmayacak o zaman? izleyeceğiz? "sorumluluktan kaçıyorsun" falan gibi sözler söylenirdi eskiden. sevilirdi fırsat çıkınca bunu söylemek? yanılıyor muyum? yanılıyorumdur. hayat öyle bişey ki, maruz kalıyorsun. bir de sorumlu oluyorsun. olan bitene fazla bir etkin olmuyor. ama kendini sürekli suçlamalısın. kendi olmak böyle bişey. yasalar, yönetmelikler ve toplumsal mekanizmalar için de suçlanabilir olman önemli tabii. kendi olmak nasıl bişey? epifenomenalist bir havadayım bu akşam, içelim mi?
_ 1.1.011_ > stüdyo: benim gitmek istediğim yoldan bir ışık yılı geriye düştük ve bunun aynısından bir dönem daha yaşamamak için yapabildiğim bir şey yok.. kendimi asistanlığa ilk başladığım zamanki kadar 'kenarda' hissediyorum. > yeni ev: onca çaba ve mesaiden sonra 0 noktasındayız. sadece o güzelim evlerin hepsinin kaçışını izlemiş oldum. > deadline yakalamacılık: birer birer kaçışlarını izliyorum, çünkü diğer mevzuları toparlayıp oraya dönemiyorum. > aşk: çöküp kuruyuşunu öylece izlemek durumunda kaldım. > diğer şeyler: belki iyi gidiyor ama onları da ben seyretmiyorum. velhasıl, yeni yıl da en iyi burdan izlenecek. izlenecek. diyorum ki, insanlarla birlikte bir şeyler başarma süreçleri, şu güne geldim, hala benim için berraklaşmadı, nasıl başarılıyor? oysa bana kendi kaynaklarıma dayanan bir iş ver, hemen halledip geleyim. ne zaman insan içine giriyorum, mutsuz bir seyirci gibi kalıyorum.. herşeyin kenarındayken ondan mutluyum ben. çünkü ironik biçimde, kenardayken kendimi seyirci gibi hissetmiyorum. kendimi sınırlarını kendim çizdiğim bir hayatın efendisi olarak algılıyorum. düşündüklerimi yapıveriyorum. zor olmuyor. süreç kolayca akıyor. ama insanlara karışmamı gerektiren bir durum olursa tüm güzel fikirlerin ve fırsatların birer birer çöpe gidişini izlemenin acısını çekiyorum. insanlar ise..
_ 1.1.011_ ulan 2010, ne güzel umutlar yarattın, hepsinin de içine sıçtın gittin. neyse en azından bi sorumlu buldum.
_ 2.1.011_ izlemek, insanın eli kolu bağlı oturmak durumunda kalmasıdır. insan ne istediğini detaylarına kadar bilmektedir. girişimcilik, gözüpeklik ve motivasyon yerindedir. prosedürün nasıl olacağı da iyi kötü bellidir. ama bazı eksikler vardır. belki de en önemli bileşenler eksiktir. beklenir.
_ 7.1.011_ ev tuttum. iki terasım var. üç deadline'ım var. az zamanım var. durup bakacak zaman yok.
_ 8.1.011_

November 28, 2010

iyi mimar a ve b

karşınızda,
"iyi mimar [a]"
ar-gör-taşkışla* için üretilmişti.
[2008 mart]
* ar-gör-taşkışla, taşkışla'daki asistanların gerçekte resmi olup (tüzüklü falan) gayrı-resmi görünmeyi başaran dergisi olmuştu bir zamanlar.

iyimimar_a
"iyi mimar [b]"bu üçlemeyi de tomris'in ofisi için yapmıştım. [2009 yaz başında bitmişti sanırım.] kontrplak, yazıcı çıktısı, tutkal ve toz boya. poz veren arkadaşların hepsi de hakiki mimardır. [kendilerine teşekkürler.]

[sanıyorum büyük panoların 80*80, 60*60 gibi bir ebadı var, yeşil pano 45*30 gibi...]
kamburlar
goksel mezar
kingongunyenimaceralari

ucleme onerisi
detaylar

detaylar

[mimara ait isimleri okumak için bu imajlara tıklayınız]



September 28, 2010

kenardaki duvar

thewallattheendofthecity/theedge
therampartopacitytheshadethebuilding:
theplaque,foldedandcarvedthecliff thebulkthecavewalkclimbhidestaysleep drinkliveescape


"robustness" temalı öğrenci beton tasarım yarışmasına 3. katılımım. bahar 004 (aynı yılki yarışmaya 3 katılım yapmıştık. bir diğeri burda: dadalı gelin). ana fikir katlanmış plağı yan yatırmak ve içini oymaktır. bu modelleri otokette oymuştum, ilk modelleme çalışmam olup bir-iki günde keyifli keyifli yapılmışlardır. keşke her tasarım süreci bu kadar hafif ve keyifli olsa. render bilmediğim için imajlar print-screen usulü elde edilmiştir. monitörüm de 14 inçti ve yeşil-gibi gösteriyordu? bi de ödül verdilerdi, ne güzel günlerdi [3. ödül!] rotterdam'a wörkşopa gitmiştik bu ödül ile. para da vermişlerdi. sonra da amsterdam, paris falan gezmiştik bi hafta.. fotobloğa para yetiremediğimiz zamanlardı. bunun paftası da kes-yapıştır usulüdür. pafta alternatifleri de hemen sağdaki grup... [pratik olsun diyenlere tüm pikasa
albümü burda.]
k






k
k
k
k
k
k
k
kk
kk
kk
kk
kk
kk
kk
kk