Pages

December 23, 2011

öngörüler

0. önümüzdeki yıllarda gerçekleşen olaylara dair >>
1. deniz görünüyor. sağ dirseğini mermer bir masaya dayıyorsun. sonra denizde hareket yok. herşey sakin :: deniz :: iyi şeyler :: ışık. hayat güzel. ama orda bir yerde denizin tıpası sızdırıyormuş. sızdırıyormuş ve deniz yavaş yavaş boşalmakta. osman amca diyorsun, silikon falan bi şekilde halledelim, sızdırmasın. yapamayız diyor. her iş her ruha göre değil.
2. tarihi yarımadanın üzerine sis inmiş. sol tarafta güneş iyice alçalmış. zayıflamış. dalgakıranda bir adet karabatak kanatlarını açmış kurunmaya çalışıyor. 'sayın karabatak, kurumaz öyle' diyorsun. o güneşte kurumaz. ama dinlemiyor. sen de onu dinlemiyorsun. o da sana 'o öyle olmaz' diyor. ama dinlemiyorsun. iki kanat açmışsın. biraz güneş tutar sanıyorsun. tutmuyor.
3. tuhaf bir asma tartı var. pek çok kefesi var. her kefede başka bir öğe duruyor. hiçbiri bir diğerini tartmıyor. ama tartıp hesabını vermek zorundasın. onu onla tartıp, şu birim cinsinden sonucu deftere yazman gerekiyor. ama tartılmıyor. hepsi sadece kendi ölçüsüyle. eski notlarına bakıyorsun. eskiden defterin sade ve temizmiş, hesaplar açık ve net. şimdi öyle değil.
4. bir yokuştan sabit bir hızla kayıyorsun. sonra geçmişsin. dönemiyorsun. aklına gelmiyor. sonra durman lazım. duramıyorsun. tutunmak gerekli. tutamakların nerde olduğunu biliyorsun. ama asla zamanında göremiyorsun. tutmak mümkün değil. yoksa senin ellerin mi uzanmamış? sabit hızla kayıyorsun. duramıyorsun, tutunamıyorsun, yakalayamıyorsun. hayat seni hiç beklemiyor. ağzın açık bakıyorsun. her gün yeni bir yılgınlık.
5. bir seri dolap var. hepsinin kapağı kapatılmış. bu öğe şu rafta durmalıydı, doğrusu buydu. şu öğe ise şu dolaba kapatılmalıydı, öyle olması iyiydi, bu öğeden korkuyordun, kapağını kapattık... bir ruh odanın ortasında sakin sakin oturuyor. sonra bu kapakları tek tek açmaya başlıyorsun. bazıları boşmuş, bazılarından uzun zamandır unutulmuş öğeler çıkıyor. bazılarını açmaya korkuyorsun. sonra odayı bir kenarından tutup devirecekmişiz. tüm dolaplarda ne varsa açık kapaklardan ruha çullanıyor. yapabildiğin tek şey var, yere kapanıp zihnini korumak.
6. yemyeşil bir bayır var. yüksek otlarla kaplı. eline bir adet pişmiş yumurta alıp zarifçe bayırdan yuvarlıyorsun. onu zarifçe yuvarlıyorsun ama otların arasında taşlar varmış. hırpalanıyor. hırpalanıyor. kırılmadık yeri kalmıyor. yemyeşil bir bayırdan keyifle yuvarlandığını sanıyorsun. oysa her tarafı ezilmiş, kırılmış, dağılmak üzere. ilerlemiyor. neden ilerlemiyor diye kızanlar oluyor. ilerlesin diye taş atıyoruz. bir şeyler diyor ama duymuyoruz.
7. bir film izliyorsun. karakterler uzun uzun susup yanlara doğru bakmaktalar. filmin kurgusu ne yapılması gerektiğini izleyenlere anlatıyor. izledikçe çatlıyorsun. bu karakterler niye öyle duruyorlar, niye yapmaları gerekeni yapmıyorlar diye sıkım sıkım sıkılıyorsun. filim basit. ne yapılması gerektiği ortada. karakterler yanlara bakıp susmaya devam ediyorlar. bunların derdi ne kuzum? yanlara bakarken ne düşünmüşler?
8. yumurta biçiminde mermer bir heykel kendi ekseni etrafında çok hızlı dönerek ilerliyor. yanına gidip elini sürüyorsun. birden yana kaykılıyor. ilerlemeye devam ediyor ama hassas bir dengedeymiş. etrafa bakınıyorsun, bir gören oldu mu acaba? itip devirsem mi acaba? öbür tarafından da ittirip düzeltebilir miyim acaba? tutsam dönmese ne olur acaba? kaçsam mı acaba?
-. eskiden, gençlikte, saygıyı ve itibarı önemli görürdüm. sanıyorum önemlidir de. önemlidir herhalde evet. ama aslında hayatta sevgi, bağlılık ve güven daha önemli. zaman makinesiyle gençliğe gitsem beni nası karşılardı acaba denyo gençliğim? benle dalga geçer miydi? istihza ile bıyıkaltından güler miydi? donuk donuk bakar mıydı?
-. tamam hayat karmaşık. ama aslında sorunlar ve çözümler gayet iyi biliniyor. çözümsüz, çıkmaz, kısır ve gereksiz öğelerin ayrıştırılması da zor değil. en azından kafada. neyin hangi derde derman olmayacağı falan hep biliniyor. neler yapman gerektiğini biliyorsun. kumanda masasına oturuyorsun. uzay çağında metanet tabletle dağıtılıyor. doktor erol bey, 100 mg metanet istiyorum. gemiyi uzay çağına taşıyacağım. berberime gidip kulaklarımın sivrisini kestireceğim. o da kulağımı okşuyor ve "nası yapalım?" diyor. bu gerçekten yaşandı. şefkat berberdeyse bile alınız.
10. sekiz.
11. bu böyle gidemez. gerçekten de.

December 20, 2011

kırılması

1
"kadıköy x"

December 12, 2011

mih

1
"kadıköy x"

December 4, 2011

kış

kış:
...tamam. biraz boğazımız ağrır gibi oldu. biraz moralimiz bozulur gibi oldu. sanki yaz gitmeyip geri gelecekmiş gibi oldu. ama gitti. anladık.. vapurda dışarı oturmadan önce iki kere düşünmek, biradan rakıya kararlı geçiş ve çantada kat kat yedekler.



(yağmur bu.)


ve buncağız da kendine bir miktar toprak aramakta:

güneş:
kışın güzel yanları var. mesela güneş keyif vermeye başlıyor. şezlongunu seriyorsun. şemsiyeni yüzünü kapatacak şekilde dikkatle ayarlıyorsun. sonra tatlı tatlı uzanıyorsun. pazar sabahları anlam kazanıyor. dışarda kahvaltı yaparken gözlerini kısıp durmaktan da kurtuluyorsun. ve akşamüstü terasta yemek yiyebiliyorsun.
gece:
geceleri yağmur yağıyor. sonra saat 3-4 olunca elektirikleri kesiyorlar. kalkıp terasa çıkıyorum. tarihi yarımadanın üzerinde bulut oluyor. ışıklar parlak ve doygun oluyor. yukarıda ay oluyor. güneyde orion oluyor. bulutlar ayın önünden geçiyorlar. çay yapayım diyorum. ama kettle çalışmıyor. çakmakla arayıp kamplarda kullandığım demliği buluyorum. suyu ısıtıp çay koyuyorum. terasa oturup izliyorum. ne kadar şanslıyım. boğaza bir gemi giriyor. hava ne kadar güzel. rüzgar esiyor. sanki yazmış, geceymiş, sen tekneyle denizdeymişsin.
...
seyahat:
herkes geziyor, gezdiğini söylüyor, kanıtını koyuyor, üzerine yorum yapıyor ve diğerleri de beğeniyor, üzerine yorum yapıyor ve onlar da geziyor onlar da kanıtını koyuyor başkaları da bunu beğeniyor ve onlar da ona yorum yapıyor ve sonra onlar da geziyor. bunları görüyorum. gitmişler. tuhaf biçimde, gezdikleri yerler ilgimi çekmiyor. ama birilerini dağda bayırda şurda burda evlerinden uzak bir yerde görünce 'ben de seyahatte olsam' dediğim oluyor.
soğuk:
soğuk oldu. yorgunuz. kestane alıp sobanın önüne uzanmak ve pineklemek lazım aslında. ama soba yok. iş var. yapılmıyor. uzanmak.
üreten:
sabah (öğlen) hava düzelmiş. kahvaltımın ardından burna gidip bir türk kahvesi içtim. denizin ve güneşin görüntüsü bana bizim oraları hatırlattı. ama bir sunum hazırlamam gerektiği için kısa kesip döndüm, işe oturdum. duvar+yemek arasından sonra da şu saatlere kadar kalkmadan sunumu hazırladım. bitirdim gibi. fena olmadı. ferah.

arada kötü haberler geldi, hem memleketten hem arkadaşlardan.. içim bir tuhaf olmakla beraber yine de bir şeyler üretmiş olmanın ferahlığını.. onu yazmak istiyorum. şunu bunu üreten ve şunu bunu öğrenen bir insan olmak beni mutlu ediyor. başarılı olmaya çalışmak ise mutsuz ediyor. başarılı olmaya çalıştığında bir takım eşikler belirliyorsun. çıtalarını insanlar arasında muteber olan seviyelere koyuyorsun. her zaman bu eşiklere ulaşamıyorsun. sürekli bir gerginlik yaratıyor bu. ama sadece bişeylerin peşine düşen, öğrenen ve üreten insansan, her giriştiğin işte hedeflerini kendine, imkanlarına, keyfine ve düzeyine göre belirleyebiliyorsun. yaptığın her işten tad alıyorsun. [araştırma günlüğü'ne bu yüzden ara verdim.]
başarı beklentisi - sorun - çöküntü - koyverme - rahatlama - başarı beklentisi - sorun ...:
araştırma günlüğü'ne ara vermek üstümdeki baskıyı azaltan entegre bir hareketin parçasıydı. rahatlayınca yaptıklarıma daha olumlu bir gözle bakabilmeye başladım. sonra ytü'deki ulusal sempozyuma katıldık, iki adet bildiri ile. fena geçmedi. aldığımız tepkiler de genelde iyiydi. daha öte yayınlar yapmak üzere cesaretlendik. esasında yaptıklarımızla ilgilenen bir camia varmış, onu gördük. küçük bir camia ama orda bizim yaptıklarımız ilgi uyandırıyor. stüdyoda kendimizi paralayışlarımız aslında tümüyle karşılıksız değilmiş. sonra köprüaltı projesi için biraz maket yaptım. iyi gidiyor. ardından da doktorama oturdum. 3. bölümün içini doldururken elimdeki malzemenin gayet yeterli olduğunu farkettim. zamanında sonucu tam istediğim gibi olmadığı için bir kenara attığım çalışmaları gayet iyi belgelediğim ortaya çıktı. esaslı bir projeymiş aslında, o zaman onu nasıl anlatacağımı bilmiyormuşum, şimdi yazınca dolu dolu oldu. sonra beni asıl dertlendiren plan projesinin de yeterli düzeyde olduğunu farkettim. bu haliyle bile yazıp metni bitirebilirim. validation ve verification. bir konuyu uygun yöntemlerle çalışmak ve bu çalışmaları açık, detaylı ve anlaşılır bir anlatımla aktarmak. önemli olan bu. önemli olan araştırmanın hedeflerini yerine getirmek, projelerin spesifik hedeflerini değil. bu sonuncuları daha ziyade hipotezler gibi görmek mümkün. güzel bir doktora yazmakta olduğumu düşündüm. dolu dolu. akademik çalışmalarımla ilgili algım olumlu bir ton kazandı. dolayısıyla beklentilerim yine yükseldi. şimdi yine sorunlar çıkacak. ve canım yine sıkılacak?



(hoşgeldin güneş.)

çeklist savaşçısı:
güzel hazırlanmıştım. sanki tüm listeyi bitirebilecek gibiydim. taksim, maslak, fatih, karaköy ve tophane'yi dolaşarak bir günde tüm birikmiş işleri bitirecektim. ancak her zamanki gibi resmi evrakta takıldım kaldım. ya imzası yanlış yerde oluyor, ya yanlış ya da eksik form oluyor, ya eksik bilgi oluyor, bir şeyler oluyor. bu evrakları doğru doldurmayı beceremiyorum.
bakarak çözmek:
sanki böyle bakacağım. bakacağım. o esnada kafamda konsantre oluyorum. soruna konsantre oluyorum. tabi içimden soruna konsantre olunca dışımdan da böyle bir noktaya doğru bakıyorum. içimden soruna yoğunlaşınca bir takım fikirler geliyor ve sorunu çözüyorum. çözeceğim. ama bu gerçekleşmiyor. sorunu başka bir ışıkta aydınlatacağım. ama aydınlanmıyor. bu okul hayatımızın edindirdiği bir tavır olmalı. problem çözmek için birebir. hayatta pek işe yaramıyor. ama umutluyum. yoğunlaşacağım. başka ışık. çözüm.
sınırlı teşebbüs / bounded initiative:
insan kararlılıkla uğraşınca bir sürü zor işin altından kalkıyor. ama kararlılık ve girişim kaynaklarımız sınırlı sanki. sadece enerji meselesi değil. sanki bir inisiyatif cismi var. ondan herkeste sınırlı miktarda var. tabii zamanla yenilenen bir kaynak bu. ama belirli bir anda sınırlı. kaynaklarını iyi dağıtman lazım. bu bir ekonomi problemi.

bu aralar gecenin tuhaf saatlerinde son yıllarım gözümün önünden geçiyor. ne kadar çok girişim yazışma kırtasiye proje vesaire... kendi kendine süregiden bir sürece eklemlenmek de değil, her adımında bir kendini aşma çabası, her adımında yeni bir girişim... ve süreci yılmadan senin çekip götürmen gerekiyor... bentley'in doktora nedir konulu kitabında da 'o iş öyledir' yazıyordu.. bir daha bu ölçekte bir projeye girişemem. tükendim gibi. doktora süreci ve çalışma hayatı.. insanın kendini sürekli tekrar tekrar toparlayıp işleri kovalamaya devam etmesi lazım.

tabi bu işleri daha rahat yürütebilen ruhlar da var. ne mutlu onlara. doğallığı içinde işleri götürüyorlar. onlar da aynı işi yapıyor ve onlar da benim geçtiğim tüm adımlardan geçiyorlar. ama daha rahatlar. kendi yurtlarındalar sanki. benim gibi yabancı diyarlarda değillermiş gibi.. benim bünyem için basit bir bürokratik işlem bir meydan okuma, rutin bir yazışma kendinle girişilen bir mücadele halini alabiliyor... bünyeyi kendi haline bıraksam böyle işler yapmaz herhalde.. yapamaz çünkü. zorlanıyor. her iş her ruha göre değil. o yüzden, kendine o işi yaptırabilmen için, kendini zorlaman gerekiyor. kendini zorluyorsun zorluyorsun zorluyorsun. inişler çıkışlar artıyor... [kışın meseleleri de bunlar işte. domates ve çilek mevsimi geçti.]
köyüm:
kenti bir baştan öbür başa kateden trafik sıkışıklıkları, bir taşıttan bir diğerine aktarırken arada ayrı vasıtalar kullanmak gerektiren tuhaf aktarma noktaları (ya da aktarma bölgeleri?), en kısa yoldan gitmek yerine dolaşabildiği her noktadan uzun uzun dolaşan dolmuşvari raylı sistemler, arabayı devredecekleri için yolcuyu alamayan taksiciler (çevrilen taksicilerin tümü) ve akşam girdiğim dükkanda gördüğüm iyimserler: toplanan yardım paralarıyla depremzedelere teknik dağcılık malzemeleri göndermeye karar vermişlerdi. ucuz elyaf yorganlar ve yün çoraplar yerine pahalı uyku tulumları ve teknik spor çorapları alıyorlardı. ucuza kaçmamışlardı. köyümden çıkıp büyük kente gittiğimde bunları gördüm. beyaz adam hemcinslerine karşı çok acımasız.
[bir köylü şaşkınlığıyla gah yanlış vasıtaya bindim, gah yolumu şaşırdım, yanlış tercihler yapıp zaman kaybettim, akılsızlığımın cezasını ayaklarım çekti durdu. sonra bizim köye döndüm. bisikletime bindim. zaman yavaşladı. işler kolaylaştı. yorgunluğum geçti.]
olay:
hayatımın değişkenleri açısından oldukça olaylı bir hafta yaşandı; turşu, yoğurt, müsli ve yoğun temizlik faaliyetleri... bunun yanında kente seyahat ettim. bir yıldır ertelenen bazı işleri hallettim. bir yıldan daha uzun süredir sürünmekte olan bazı başka işler de hal yoluna girdi. memuriyet dünyasıyla üçüncü türden yakınlaşmalar yaşadım, başsız bir kemalettin beyi altederek mühim bir işimi gördüm. tüm bunlarla ilgisiz kavga gürültüler yaşandı, duygu dünyamız etkilendi. ve hepsi bir yana tez yazım kılavuzunu indirip "doktora_metin" adıyla kaydettim. tezimin bir kabasını haritaladığım anlaşılıyor. bütün bunlar olunca, serinlikte gece yürüyüşüne çıktım. kollarımı yanlara açaraktan sallana sallana artis artis yürüdüm. sırıttım.
sırt ağrısı:
nihayet tatil geldi de oturup aralıksız çalışabildim. sonra tatil bitince de aralıksız çalışmaya devam ettim. doğal bu. gerçi tatilden önce de aralıksız çalışıyordum. başka konulara.. şimdi ama öğlenden gece ortasına kadar aralıksız çalışıyorum. sırtım ağrıyor. çok uzun çalışıp pek dinlenmediğim için içim gittikçe daha fazla sıkılıyor. gittikçe elimi yüzümde daha uzun uzun dolandırıp daha sertçe nefes veriyorum. o yüzden artık bir bu işin bitmesi lazım. bitmesi için de uzun uzun çalışmam lazım.
dünyanın en güzel ense sertlikleri:
aşırı çalışmaktan zayıf düştüm, hastagibi oldum, hareketsizlikten sırtım ve ensem kasıldı, rutinden içim sıkıldı, öfleyip püflemek gibi davranışlar gözlemledim kendimde.. ama işi de bitirdim. yani iş asla bitmiyor da önemli bir eşiği geçtim. derhal aklıma yeni işler geldi. hayat insanı çekip götürüyor. yapacak bir sürü güzel şey var. ben bunlara iş diyorum. yoksa aslında eğlencesini de içinde barındırıyor.
şezlong zamanı:
tam üç gündür hava pek güzeldi. terasın güneş aldığı zaman aralığını değerlendirmek gerekiyor. kahve ve müzik eşliğinde yapılıyor bu. hava esintiliyse insan üstüne bişeyler örterek keyfini artırabilir. sonra akşamüstü ayaz yapıyor. çıkıp dolaşabilir insan. çıkıp dolaşıyor. alışverişini yapıp dönüyor. sonra.. sonra insani bir tempoda çalışmak lazım. keyifleri kaçırmadan.

köyden jurnaller:
bahçe baharlık keyfini yitirmekle beraber halen yeşil. dökülen tohumlardan marullar bitiyor, maydanozlar kestikçe farklı formasyonlarda yeniden çıkıyor ve çilekler çiçek açmaya devam ediyor. zaman zaman sulamak gerekli. yoğurt yapmayı iyicene öğrendim, turşuculuk zanaatinde de ilerliyorum. sabır-sebat. acaba baharda evimi bir takım hayvanlarla şenlendirsem mi?
bir hafta öncesine kadar stabil bir ruhum vardı:
hayır yoktu. ama şimdi daha bir.. acayip... kış paketini kapatıyorum. kış gerçekten geldi, haber bayatladı. başka türlü yazılar yazasım geliyor. akademik beni kuruttu. sadece akademik okuyup yazmaktan cümlelerim kısaldı. içim çok.. acayip..