Pages

March 23, 2012

[]

[] 1
25.03.012 [] bir torba toprak ve iki yeni saksı. biberiye ve domates tohumu. bisikletin arka lastiğinin şişirilmesi [düzeltiyorum: patlak lastiğin tamir edilmesi]. yeni komşuyla tanışmak. çamaşırları arka terasa sermek. ebeveynleri evde ağırlamak. terası yıkamak. bir miktar rakı. yüz milyon makale.
[] 1
[] 1
23.03.012 [] bir fırsat bulunca başımı iki elimin arasına alıp üzüldüm. sonra aslında neye üzüleceğimi şaşırdım. sevine-de-bilirdim. ilk üzüldüğüm konuda rahatladım. hayır buna rahatlama da denemez. ona üzülmeye devam ettim. asıl üzülünecek konu oydu. ama sonraki konu daha bir can yakıcıydı, o yüzden de bu ilk konu rahatlatıcıydı. sonra oturdum izledim. kendi hakkımda düşünme şansım da oldu. peki ben nası bi insanım? ben niye buralarda değil de oralarda dolanıyorum? haklı mıydım yani? bir yerlerde bir yanlış yapmaya devam edecek miydim?
25.03.012 [] dün psikolog bir arkadaş bir takım teknolojik cihazlara takıntılı otistik bir çocuktan bahsetti. çocuğun cansız bir nesneye yatırım yaptığından sözediyordu. yatırım yapmak... benim de aklıma bir iki gündür 'duygusal yatırım' gibi bir tabir düşmüştü.. kaynağını bulmuş oldum. insanın zamanı, gençliği, hevesi, enerjisi, inisiyatif cisimciği.. duygusal sermayesi.. hepsi belirli bir an için sınırlı miktarda gibi. bunların bir kısmı tükendikçe yeniden oluşuyor ama mesela zaman yenilenmiyor. bu bir duygu ekonomisi. bazısı portföyünü çeşitlendiriyor. bazısı sağlamcı. bazısı risk seviyor. bazısı agresif yatırımcı. bazısı uzun vadeye yatırım yapıyor. bazısı piyasanın dışında durmayı tercih ediyor. herkesin kendi tarzı var. güzel şeyler kazanmak için risk almak şart. ama gözü kapalı değil; telafi edilemeyecek şeyler kaybediliyor.
27.03.012 [?] .
31.03.012 [kimya] iş yapmak üzere evde oturacak kıvama geldim. hatta oturdum ucundan kemirmeye başladım. sonra bir tam gece uykusu uyudum. kalkıp 1 adet çeyrek altın aldım. kadıköy'de deniz sakindi. vapuru beklerken açık havada bir türk kahvesi içtim. vapurun yan tarafına oturdum. sonra pasta, börek, yemek ve kadayıf tüketilen ve belli anlarda herkesin birbirini öpüp ovaladığı bir ortamda bir süre vakit geçirdim (ve ailevi teknolojiler üzerine düşündüm). sonra köye döndüm. hayat tatlı tatlı akmaya devam ediyor. kadıköy'de deniz sakin.
01.04.012 [zamanı] ikinci gecedir deliksiz uyudum. son 3 gündür vakitlice eve gelip çalışmayı beklemeye başlıyorum. bir takım verileri bir takım biçimlerle ilişkilendirmem gerektiğinden uzun zamandır ilk defa python'a el attım. ilk anda çok yabancı geldi. zaten iş de çok yabancı geldi. ama bilgisayar başında uzuun uzun sebat edince tekrar alışmaya başladım. yaptığım da hiç zor bir iş değil. nihayet normal uyuyabilmenin şımarıklığıyla bu gece uzun oturur ve bir noktaya getiririm sanıyorum. yağmur da güzel yağdı. aslında bir kaç haftadır yeni saksı ve toprak alacaktım. henüz almadım. tohumları da ekmedim. hani zamanı geçiyor diyeler. ama benim de kendime göre bir takvimim var. benim için zamanı gelmedi. işin / üretmenin başına oturmak için kendini zorlaman gerekiyor. onun takvimi o kadar sana bağlı değil. ama diğer konularda içinden geldiği zaman. çünkü o tatil.
08.04.012 [birikinti] seyahatten dönüşümüzün pazar gününe denk gelmesi güzel. pazar ışığının böyle sevimsiz olması güzel değil. bu günü temizlik ve istirahatle geçiriyorum.

misal, mutfak evyesi tesisatının artık temizlenmesi gerekiyordu. ama bu gider ve ilgili tesisat o kadar uzun süredir temizlenmemişti ki bazı görece kuru noktalarda birikintilerin komposta dönüşmüş olduğunu müşahede ettim. genel olarak çirkin bir iş. ama birikiyor. herşey.
08.04.012 [kayıp] anlıyorum ki en katlanılmaz duygu kayıp duygusu; ve yani yenilgi, başarısızlık, incinmek, hayal kırıklığı falan öyle katlanılmaz duygular değil. kayıp kendine has bir his; önemli bir kurumun hayattan yitmesi. insanın içini ezen, dayanılmaz bir his. bazı durumlarda ortadan yitene kadar o kurumun değerini anlamayabilirsin. o orda dururken umursamaz kalabilirsin. kayıp öyle kuvvetli ve başaçıkılmaz bir duygu ki, insanı risksiz, kapalı bir duygu dünyası üretmeye sevk edebilir. insan dengesini garantiye almak için hiç sahiplenmemek yoluna gidebilir: bağ kurmamak, büyütmemek, ciddiye almamak. insan kayıp tehlikesini öfke ve haklılık ile de telafi edebilir.

kaybedilebilecek şeyler ise çeşit çeşit ve en önemlisi kişiler arası kurumlar. bu kurumlar da muhtelif: güven, saygı, sevgi, bağlanma, muhabbet ve tüm diğer yaşantıların çeşitli oranlarda karıştırıldığı kokteyller.
11.04.012 [d.x] ben de herkes gibi kendi doğası uyarınca, kendi karakteri gereği davranan bir ruhum gibi. hani kasıyor da böyle oluyor değilim ki ben de kendi ruhum nası sevkederse onu yaşıyorum. elimden gelenin en iyisini en güzelini en faydalısını yapıyorum. tüm ruhsal hastalıkları ve kişilik bozukluklarını uzun uzun inceledikten sora o ihtimalleri bir yana koydum. normalim yani ben. o zaman, dünyada benim gibi bir karakter tipi de evrimleştiyse bunun da bir anlamı, bir yarayışı olmalı belki, bir çalışır yanı olmalı. bir yerde işe yaramalı yani. ve dünya bir şekilde akmaya devam ediyor. ben de izlemeye devam ediyorum. bir şekilde bu ruhun çalıştığı ortamı bulmam lazım. dolaşıp bunun çalıştığı, işe yaradığı şey neyse bulsam iyi olur. ama artık bir takım şeyler. bir takım şeyler. bir takım şeyler. biraz artık. ne yalan söyleyeyim. ben iyi değilim.
12.04.012 [] ama iyi şeyler ortaya koymak, bir deneyim ya da bir ürün, o, insana iyi geliyor. yatırımını üretime yapmak mı bu? ama kazandırıyor doğruya doğru.. ayrıca, zihnimi çalıştırmaya ihtiyacım var. ve aslında ben ruhumun iyi çalıştığı durum ve ortamları biliyorum. daha fazla sürüklenmeyeceğim. kendi ellerime alacağım, ruhumu.
14.04.012 [!] hayat ne kadar [ünlem][ünlem] şaşırtıcı.
18.04.012 [pastoral] tüm yurdu kateden fırtına kadıköy'den geçtiğinde dışarıdaydım. deniz kararmıştı. döndüğümde terası dağılmış buldum. geçende bir sabah da arka terasa bir kedi geldi. sanıyorum saksılardaki toprakları karıştıran da o. bir süre kuşlara pusu kuruşunu izledim. ev gittikçe daha bir toprak kotuna yaklaşıyor sanki. çamaşırları dışarı asmak da bu hissi güçlendiriyor. benim bir akademik metin yazmak üzere konsantrasyon uçucusunu çağırmakta olduğum belli.
20.04.012 [ikindi uykusu] öğleden sonra yatılan ve bi türlü kalkılamayan uykunun bahar mevsimiyle sıkı bir bağlantısı var. belirli gıdalar ve günün belirli saatleri birbirine eklenince sonuç tatlı ve loş bir uyku. ve yorgunlukların çeşitleri var. misal baharın keyifli bir yorgunluğu var ve insanın üstüne hamur gibi yayılıyor. bazı yorgunluk ise çok uzun zamandır birikmiş ve çok ağırlaşmış gibi geliyor. ama insanın üstünden birden kalkabiliyor. yerinde bir tür huzur bırakarak...
23.04.012 [evet makale yazamadım] ama bi devre halısaha maçı oynadım. güzel havada bayram keyfini tecrübe eden halkımızın arasında yürüdüm ve vapur seferleri yaptım. sonra bisikletimin arka tekerini yerine taktım. üstündeki 4 aylık tozu şöyle bir silip hipermarkete gittim [zaman ne kadar habersiz akıyor!?] bir miktar toprak ve saksı alıp döndüm. toprağı saksılara dağıttım. ağacımı yeni saksısına yerleştirdim. tohumları çıkardım. bazı tohumları toprağa gömdüm. bazı tohumları ıslattım. mümkün mertebe kendi ürettiğim tohumları kullandım. sonra gece karanlığında hepsini suladım. bir ara kompost olmak üzere biriktirdiğim organik maddelerin durumu hakkında düşündüm. onu da yeterince ertelemişim. sonra yemek yaptım. şerbet bardağını bir parça meşgul ettim.
23.04.012 [] ---
24.04.012 [] bugün 60 saniye kadar metnin başına oturarak önemli bir başarı elde ettim. birazdan derecemi 180 saniyeye kadar çıkarmayı umuyorum. bu esnada organik materyalle ilgili oldukça kirli işler yürüttüm. komposttaki fazla suyu süzmek gerekiyordu. sanıyorum bostan sistemimi bir üst seviyeye çıkarmam gerekiyormuş. şu hali fazla primitif ve etkisiz... geç kalmış sayılmam. birkaç derin saksı ve süzgeçli bir organik biriktirme yaklaşımı bu yaz için yeterli olur sanıyorum. ve birkaç farklı bitki ekip onları da gözlemek ilginç olabilir. gerçekten de metropolsever bir ruh taşımıyorum. büyük kent yoğun sosyal faaliyet severler için bir ihtiyaç olmalı. ama normal [?] sosyalleşenler için büyük kentin yorgunluğu ve keyfi birbirini anca dengeliyor, fazladan bir getirisi yok. ve arkadaşlarla da en çok bir evde toplandığımızda keyif alıyoruz gibi geliyor. yaz hali geri döndüğü için ve evde daha çok vakit geçirebildiğim için de mutlu ve huzurluyum doğrusu.
09.05.012 [şenlikler:] gidilmesinin geliştirici olduğuna inanılan etkinlikler (neden insanların yazdıklarını ve ürettiklerini değil de yüzlerini ve söylediklerini tecrübe etmeleri gerekmektedir? çünkü insanlar ve yaşantıları ilginçtir, zihinleri ve üretimleri değil, zihinsel faaliyet yüz ifadeleri ve et için takip edilmektedir), sonra eğlenceli olduğu varsayılan müzikler (çünkü bedeni hareketli kılmak ve gündelik gerçeklikten uzaklaşmak gerekmektedir), sonra eğlenceli olduğu varsayılan konular (şüphesiz herkes konuların değil insanların konuşuyor olmasının eğlenceli olduğunu bilmektedir) ben hariç herkes bunları hep bilegelmiştir. ben de öğrendim gibi. ama sindiremedim. biraz yorgun ve bıkkın olunduğunda bünyenin bir alt kademedeki daha doğal bir haline tabir caizse "fallback" edilmektedir. fena halde sıkılınabilmektedir.
11.05.012 [ka.ka.değil] bir takım konularda ve bir takım referanslar üzerinden yazmak ve not almak istiyordum bir süredir. bir takım yeni okumalar var, onlarla ilgili notlar birikmekte ve bazı eski konulara dönmek istiyorum ve sonra yazdığım(ız) bir takım metinler var, orlarda ortaya atılan ve daha öte tartışılması gereken fikirler oluyor ve metnin ortamı ve gerekleri yüzünden kısaca geçilmiş noktaların başka üsluplarla yeniden işlenmesi de lüzumlu olabiliyor... ve bir takım referansları ve okumaları zaman zaman kısa notlar ekleyerek duyurasım geliyor.. bunları araştırma günlüğünde yapayım diyordum ama bir türlü yaraştıramıyordum. buraya da uymuyor. o yüzden kafam karışık değil'e yeniden el attım. bi parça düzenledim ama daha elden geçmesi gerekiyor.. eskiden alınmış notların yeniden paketlenmesi gerek... yeni paketlerin bir bir açılması gerek.. yavaş yavaş yapacağım sanıyorum... şu anda aklımdaki temalar şunlar: ütopik anlatılar ve ütopyacılık zanaatı, kurgucu bakış ve öykücü, bireysel özdeşlik ve nihilizm, zihin ve felsefesi, yapay zeka ve tasarımda yapay ajanlar, tasarımın pratiğine ve ürününe yönelik alternatif arayışlar, yatay örgütlenme ve karar alma tavırları ve katılım...
05.06.012 : pek çok işin yapılagelmekte olduğu şu günlerde yorgunluk, keyif ve umutsuzluk arasında hafif hafif dalgalanmaktayız. dalga boyu mutedil olup yapılması gerekenlere girişme gücü yeterli seviyededir. pek de bir şeye yaramayacaktıysa da, bir ara tatil yapılması gerekmektedir. bunu bildiriyoruz.

March 13, 2012

ae eu 012 bahar

[bu föyün kurgusu hocama ait. ben zenaatkarlığını yaptım. aslında tabi ben güzel görünen bişeyler yapmaya meyletmeyecektim. daha ziyade blender'in duman ve akışkan simülatörleriyle oynamak için bahane edecektim bu föyü. ama sonra bir öğlen hocamın telefonuyla uyandırılıp 4-5 saat içinde föyü teslim etmem gerektiğini öğrenince (ve suratım bildiğiniz "asıldı") ben de oturdum çalakalem bişeyler yaptım. (mesaj: bikaç temel kuralı takip edince keyifli bir görsel üretmek çok zor sayılmaz. asıl mesele ama o değil.) neyse, ufak tefek hatalar var, şurası burası biraz daha oynanabilirmiş, yine de fena olmadı, belki de arada böyle şeyler yapmak lazım. ne de olsa böylesi herkese güzel ve anlamlı geliyor. ayrıca tasarımda ve belki her işte süreklilik önemli.

sürece gelirsek, yolun dokusu çıyanlarla boyandı. çıyan çok güzel bir hayvan. müthiş bir mekaniği var. araçlar googlemaps+ inkscape ve gimp'tir. ama inkscape'in gradyanlarındaki belirgin basamaklar beni düşündürüyor. henüz çözemedim. bu aralar illustrator'a da yeniden el attım. aslında inkscape illustrator'a karşı ezilmiyor. hatta iş akışı daha pratik. ve şeffaf boyama gibi bir takım artıları var. eksileri de var. neyse belki daha derinlemesine bir karşılaştırma yaparım bir ara. buralarda bir yerlerde paylaşırım.]
1

March 4, 2012

bahar temizliği

19.02.012 KYNIK4'ü bitirmek: kynik'in kapağını açtım. şimdi bir yandan akademik makale yazarken bir yandan da kynik'in bahar 2003'te çıkan 4. sayısını bitirmem lazım. aslında tüm yazıların taslağı yazılmıştı; 2003-2008 arasında. hatta bazıları bitmiş. şimdi eldeki taslakları alıp birer öyküye dönüştürüyorum. sorun şurda, kendimi çok farklı bir noktada buldum. acaba neden sürekli kenara çekilip küçümsemem gerekmişti? neden sürekli ince ince kalın kalın eleştirmem gerekmişti? neden her şey nasıl yapılıyorsa tersine gitmem gerekmişti? neden bir terslik yapmak gerekmişti? 'sanki-dikdörtgen' sürecine eklemek için 2009 dolaylarında hazırladığım bir fanzini buldum (horoskop). o da şaşırttı beni. içeriği hala geçerli geliyordu da, üslubu yabancıydı. başka türlü yazarmışım gibi geliyor şimdi. kynik belki bizim içinden geldiğimiz dönemin bir sonucuydu. hayal kırıklıklarının ve çıkışsızlığın yoğun hissedildiği zamanlarda büyümekle ilgili olabilir. yani herkese öyle gelmemiştir tabii o dönemler.. ama bizim kuşağımız için hayatın sınırları çok dar çizilmişti. muteber alternatiflerin her biri ayrı tatsızdı. çeşitlilik azdı. minik ortamlara kapalıydık. öngörülenin dışına çıkabilmek için elyordamıyla ilerlemeye çalışmak gerekiyordu... neye el atsak ufak tefek başarılar, minik ürünlerle yetinmemiz gerekiyordu. sonra o yol başka bir çıkışa ulaşamadan kuruyordu... sonra bambaşka bir noktadan tekrar denemek... verimsiz bir tarlaya her yıl yeni ürün ekmek, bıkmadan işleyip durmak gibi.. şimdi artık keyifle kabul ediyorum ki bugünün ortamı çok farklı. gerçekten. ben de farklıyım. tuhaf. üstüme gelmeye başlayan iyimserliğin somut sebepleri var. böyle bakınca kynik'i bitirmemem gerekiyor. ben artık kynik yazamayacağım sanki. ama bir yandan da zihnimde yeni bir tavır var ve yazmam gerekiyor. belki de 4. sayıda derginin adını değiştirmem lazım. ne de olsa zamanı geri sarabilen bir dergi. neyse, projeleri yarım bırakamadığım ortada [kynik burda google sites açamayanlar için şurda da kynik var.].
15.01.012kriz çağında muhasebe: sorgulayarak, eleştirerek, düşünerek, son derece bilinçli yaşadım gençliğimi. bana bravo. kararlarımı haybeye vermemiştim sanki. bu noktaya gelirken düşüne düşüne gelmiştim, kapıla kapıla değil... tek derdim belki de, günün birinde 'ne yaptım ben', 'çarçur ettim zamanımı' türünden orta yaş sorgulamalarına kapılmamaktı. ama mesele orda değilmiş.. daha önce çitlerin öte yanı vardı, pek yeşildi, sen de oraya doğru gidersin.. sonra başka taraflar yeşil gelmeyi kesiyor aslında. ama iş orda bitmiyor, başka bir kafa geliyor. senin takip etmediğin diğer yolları birileri gidiyor ve sen de onları görüyorsun. yeşil görmüyorsun ama görüyorsun yine de.. orda gitmediğin, geçmediğin diğer kapılardan geçenleri görmeye başlıyorsun. zamanında hakir gördüğün beğenmediğin tiksindiğin ahlaksızca saydığın vd.. seçmediğin kapılardan ve yollardan gidenlere bakıyorsun.. o zamanki düşüncelerin şimdi değişmiş, yani seni bu diğer alternatiflere kapatan sebeplerin çoğu buharlaşmış. o yollardan gidemezdin tabi orasını biliyorsun. girmeye razı olup da geçebildiğin tek kapıdan geçip, yürümeyi başaracağın tek yolu yürümüş olduğunu biliyorsun. ama bazen işler de iyi gitmiyor. daha kolay olup gitseydi herşey diyorsun. bu da haksızlık aslında, olan bitenler de iyi kötü olup bitiyor... ama sorguladığın oluyor yine de. başka türlü mü yaşanacaktı? daha iyi, daha kolay, daha verimli olabilir miydi? bütün bunları başka türlü mü yapmak lazımdı? ve aslında evet, bazı şeyleri başka türlü yapmak belki de daha iyi sonuç verirdi. o zamanlar öyle yaptıysan bunun da sebepleri vardı.. ama şimdiden sonra...
21.02.012 roark:
Howard Roark: Before you can do things for people, you must be the kind of man who can get things done. But to get things done, you must love the doing, not the people! Your own work, not any possible object of your charity. I'll be glad if men who need it find a better method of living in the house I built, but that's not the motive of my work, nor my reason, nor my reward! My reward, my purpose, my life, is the work itself - my work done my way! Nothing else matters to me!

Howard Roark: No creator was prompted by a desire to please his brothers. His brothers hated the gift he offered. His truth was his only motive. His work was his only goal. His work, not those who used it, his creation, not the benefits others derived from it. The creation which gave form to his truth. He held his truth above all things, and against all men. He went ahead whether others agreed with him or not. With his integrity as his only banner. He served nothing, and no one. He lived for himself...

Ellsworth Toohey: Mr. Roark, we're alone here. Why don't you tell me what you think of me in any words you wish.
Howard Roark: But I don't think of you!

[KYNIK böyle bir kafaydı işte. ve 3. sayıdaki "dönme" çıldırasıya bu hususla boğuşuyor.]
27.02.012belirsiz: benim doktoram bitmiş. hocam öyle diyor. fakat doktoram bitmedi. öteki enstitü kayıp. zor zamanlar geçiriyorlar. bir kısmı singapur'da ve çoğaldılar ordayken. öbür kısmı mali kriz içinde. onlar için mali getirim de kalmamış sanıyorum. önce kedi düştü bu belirsizlik çukuruna. sonra doktora düştü.. sonra.. benim de o belirsizlik çukuruna inmem lazım. önce kediyi bulup çıkarmam lazım belki? sonra o da beni doktoranın bittiği yere götürecek... ve sonra..
28.02.012belirli: annemi aradım. kediyi sormak için. antalya'da evimiz 10. katta. kedi ise yükseklik tanımıyor. balkona çıkmasın diye kapıyı pencereyi kapatıyorlarmış. bir temizlik gününde bir aralıktan dışarı çıkmış... sonra ameliyat olmuş. bir hafta sonra ölmüş. ben birine vermişlerdir diye düşünmüştüm. ama öyle olsa söylerlerdi bunca zaman değil mi? belirsizliğe düşmezdi değil mi? bir takım şeyler daha iyi gidebilir mi artık lütfen? eskiden olsa pek etkilenmezdik değil mi? kedinin kapısını kapatırdık ve geçmişe doğru uzaklaşırdı. eskisi gibi güçlü olabilir miyiz?
02.03.012yemeklerden sonra 100mg / network falı: bu çok karmaşık bir network. ve zorlu bir dinamik denge kurageliyor. aslında, temelde, kimse öbersilerin kötülüğünü düşünmüyor. herkesin iyi niyetleri ve kendi hayatı için beklentileri var... ve hayat çok karışık. fakat en karışık süreçler kendi kendine kolayca kurgulanıp gitmekte, içinden doğru seyretmektesin. zaten böyle bir karmaşa da ancak kendi kendine organize olabilirdi. ve oluyor. ve bir takım şeyler de görünürde çok basit. ve ama en basit girişimler çok zorlu algılanabiliyor. ruh hali zebra gibi dalgalı. inişler ve çıkışlar şiddetli...
02.03.012 dünyanın güneş etrafında 34. dönüşü olacak: hesaplarımı denkleştirdim, muhasebe defterlerini kaldırdım. umut ve umutsuzluk gerçekten içiçe. biri gelince öbürü de geliyor.
04.03.012 kural: ıvır zıvır konularda bile sabırlı olmak gerekiyor. çok kılı kırk yarıyorsun ya, hani herşeyiyle içine sinsin... o zaman tabi pek kolay değil. o zaman onun da zamanının gelmesini beklemek gerekiyor. madem herşey tam yerinde olsun istiyorsun, madem gönlün daha azına razı olmuyor, bekliyorsun. geçende bir grafik tablet aldım mesela (daha bir boyamalı ve elişli grafikler göreceksiniz yakında :]). ama belki yıllardır düşünüyordum bunu. ve bir iki ay önce çeşitli modellerin özelliklerini uzun uzun inceleyip, birbiriyle karşılaştırıp, ilgili review'ları okuyup, kendi ihtiyaçlarım doğrultusunda bir tablet modeli belirledim. çarşıda, pazarda ve internette tekrar tekrar dolandım ama istediğim modeli bulup satın alamadım. ve ama o öğeyi aramaktasın, aramıyor olana tesadüfler denk gelmiyor, tableti beklemediğim bir anda, beklemediğim bir yerde bulup aldım. sevindim. bu ıvır zıvır bir konu ama hayatta belirli bir kuralı örnekliyor, o kural hiç ıvır zıvır değil. hayatta kendi üstüne düşeni yapmak, sonra süreçlerin akışını gözlemek, sonra akışına bırakmak ve beklemek, gerektiğinde yine üstüne düşeni yapmaya çalışmak, kendi davranışlarını da gözlemek, daha iyisini yapmaya çalışmak, sonra yine sabretmek.. ondan sonra, olmaya-da-bilir yani, olmayabilir istediklerin. ama olursa böyle oluyor. domates mesela, böyle büyüyor, yoğurt böyle mayalanıyor, turşu böyle olgunlaşıyor, doktora böyle yazılıyor. bu kadar basit bişeyi şimdi neden anlatıyorum? hepinizin bildiği bu basit kuralı... yeni öğrendiğim için olabilir. geçen yıl boyunca anlamaya çalıştım bunu. anlamaktan da ziyade sindirmeye çalıştım.
09.03.012 umutsuzluğa alışma?: ülkenin yoğun bir gündemi var. post-ideolojik bir muhalefet skalası eylemler ve kampanyalar boyunca uzanıyor. çoğuna katılmadığım bütün bu eylemlerden aklımda bir tek slogan kaldı: umutsuzluğa alışma! bu söz internette gördüğüm andan itibaren beni dürtüklemeye başladı. aklımdan çıkmadı. ben, nihilistlerin en ahlaklısı, umutsuzluğa alışmayayım? şimdi, insan düşünsel dünyasını baştan sona çelişkilerden örmeye geçtiğini gördükçe gençliğe has ukalalığından geri adım atmaya başlıyor. gençlikte benbiz çok ukalaydık doğrusu. herşeyi biliyorduk eminim. şimdi daha ziyade anlamaya çalışan bir gözlemciyiz. ve bazı kuvvetli duygular var. insanın içinde bi parça başka türlü bir adamı bulup yeniden ortaya çıkarmaya muktedir duygular. hayat senin sevk ve idare ettiğin bişey değil ki. içinde aktığın bişey. bazı yönlere doğru kulaç atıyorsun; o tarafa gitmeyi umarak... sanki bu yazı çamur gibi karışmış gibi ama öyle de değil. hayat çamur gibi karışmış bişey. sonuçta içinin rahat etmesi şartsa, hayatın verimi düşük olabiliyor ve bu durum karşısında da her zaman olgun kalamayabiliyorsun. dünyadaki salakların en salağı olabilirsin ve insanların çoğu o konuları senin gibi büyütmüyor da olabilirler, belki de en doğrusu 1. sallamamak, 2. takılmamak ve 3. keyfine bakmak idi ama yapamazdın işte. öyle muazzam hedefler peşinde koştuğun ya da büyük bir iş başaracak olduğun için de değil; kendi çapın boyunca dolanıp durduğun halde. ve de bunun ilgisi ne onu da söylemek zor ama araştırma günlüğü'nü aktive etmenin de zamanı geliyor gibi. sanki not etmem gereken konular olacak.
10.03.012 tamam: bu paketin muhasebe üslubu biraz sıkıcı oldu gibi. meteoroloji genel müdürlüğü'ne göre önümüzdeki hafta boyunca havalar serin ve yağışlı gitmeye devam edecekmiş. havalar biraz düzelsin ve daha keyifli şeyler yazayım.

borusan müzik merkezi

(bu projeyi nasıl paketleyeceğimi uzun zaman bilemedim.. ama sanıyorum iyi kötü malzemeyi derlemeyi becerdim şimdi. dün de bir zamanlar ayasofya'da duran iskelenin lafı geçince zamanıdır dedim ve postalıyorum.)

levent ve hakan'la ilk katıldığımız yarışma bu. mühendislik ve mimarlık öğrencilerinin birlikte katıldıkları bir yarışma konsepti idi. bu projenin statik hesapları yapıldı yani: taşıyor. sürecin malzemelerine dalınca ne kadar samimiyetle ve ne kadar çok çalışmış olduğumuzu gördüm. çok fazla fikir tıkıştırmıştık bu projeye. tabii en başta 'iskele-bina'. ayasofya restorasyon iskelesinin birkaç kare fotoğrafından kaynağını alan bir kurgu...

tüm aksların diyagonal bağlarını ayrı ayrı çalışmıştık; iskele mekanı kullanılabilir kalsın diye... sonra istiklal caddesi'ne açılan dar bir parselde ciddi bir eko-kesit çalışmıştık. güneş kazanımı, doğal aydınlatma- havalandırma-ısıtma ve de engelliler konularına dair öneriler getirmiştik... bir takım temel sorunları neredeyse son bir-iki güne kadar çözemediğimizi hatırlıyorum. sonra artık neredeyse vazgeçmişken, üsküdar'da, bir kafeye gidelim hava alalım demiştik.. sonra orda otururken elimizde olmadan konuya tekrar daldık.. sonra nasıl olduysa aklımıza bir çözüm geldi, işte peçete, kağıt artığı ne bulduysak ona çiziktirdik, sonra koşa koşa gidip projeyi yetiştirdik.. yani yetiştiremedik tabi.. o iskelenin aralıklarına birer birer tuvalet kabinleri, kütüphane vd. yerleştirmeye çalıştığım bir kuşluk vaktini unutamamışımdır.. o kadar çok aksiklik çıktıydı ki.. ama en son maslak'ta öğrenci merkezinde artık nası bi malzeme üretebildiysek hepsini kesip yapıştırıp pafta yaparkenki huzurumuzu da unutamamışımdır. bize biraz ek süre tanımışlardı. sonra inşaat fakültesine gidip gece 10 gibi teslimimizi yaptık. binayı bir sınıfın penceresinden terkettik. kampüsün manzarası o saatte çok güzel oluyor. eskiz rulomuzu orda unutmuşuz. kolokyum günü gidip paftalarımızın önünden almıştık. borusan özel ödülü vermişlerdi bu proje için bize. 2002. on yıl olmuş.

önerimiz bir tür açık müzik merkeziydi (beyoğlu'ndaki SALT ile kıyaslayınız). raporu da yem'de yayınlandığı haliyle hemen yana ekledim.. giriş katında konser alanı ve kafe-bar var, üst katlarda kütüphane ve etkinlik salonu.. daha üst katlarda müzik odaları, stüdyolar.. ve ortak alan olarak bir mutfak ve teras.. renkli renderlar bir ara levent'in otoketten aldığı çalışma renderları. bunları böylecene paftalara yapıştırdık. hınzır bir zevk alarak elbet. daha profesyonelce olan gri renderları hakan başkasına bir ara modelletmiş. facebook'tan kopyaladım. tabi orda da kentsel bağlam pek anlaşılmıyor, yine de ekliyorum, binayı iyi anlatıyorlar. ama insanların ölçeği şaşmış. (çizimlerin üstüne sol kliklenirse blogger bir resim göstericisi açacak. ordaki resmin üstüne sağ klikleyip "copy image location" demek gerekiyor. sonra o adresi boş bir tab'e yapıştırarak yeterli çözünürlükteki çizime erişebilirsiniz. bir incelemeye değebilir.)
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1