Pages

July 9, 2009

balkan yolları 1

_bugün 9 temmuz 2008 perşembe: terden ve yağmurdan ıslağım, kirliyim, perişanım, hava yağmurlu ve sıcak, kayıp düştüm, bir saçağın altında bir süre bekledim, yol koşullarını düşündüm, yolculuğumun çoktan başladığını anladım. ilk gece mecidiyeköy'de kamp atıyorum (fotoğraflarını bilahare yüklerim), yarın öğlene doğru esenler tarafına pedal basmalıyım, sonra üsküp'e giden otobüs ile iki sınır geçmek, varış saatine göre üsküp'te kalmak ya da derhal tren yahut otobüsle bitola'ya (manastır) hareket etmek ve biriki gün içinde grubu yakalamak gibi bir planım var. keyifli fotoğraflarını netten yayınlamaya başlamışlar bile! yolda bensiz geçirdikleri her günü kıskanıyorum. maalesef prilep yakınlarındaki manastıra çıkacak vaktim yok, aslında gruba yetişmeyi bir gün ertelersem... neyse buna yolda karar verilecek.. bisikletim hazır gibi. yani mükemmel değil ama bundan daha hazır olmamıştı. ben de yokuş çıkabilir haldeyim. bir adet şişme matın peşindeyim. ama o bir gereklilik değil. herşey tamam.
mecköy-otogar-üsküp etabı:_10 temmuz 009 _1533 itibariyle ikea'da isveç köftemi yiyerek keyfediyorum... (ikeanın burda olduğunu hatırlamam çok iyi oldu zira otogarda oturacak düzgün ferah bir yer yok...) arka vitesimin ayarı bir türlü istediğim sessizlik düzeyine gelmiyorsa da mevzuyu gittikçe daha iyi anlıyorum... otogara erken vardım (1300) çünkü yolla erken çıktım (1130) çünkü evde daha fazla duramadım. bir yolculuk daha ne kadar beklenir? son biriki gün yol tedirginliğiyle geçti. rüyalarıma girdi, sabahları erkenden uyanıyordum (1030gibi) o kente hiç varamayacaksın gibi, sanki bir sürü bilinmeyen ufak detay var ve engelleneceksin... ama sonuçta varırsın, "şaka maka üsküp'teyim lahn" dersin.. istanbul'da yollar güzel ve trafik tehlikeliydi.. esenler 17,5km uzaklıkta benim gittiğim yoldan, ordan ikea'ya gidip köfte ve chesecake yeyip gelmek ise 2,5 km! _1856 üsküp otobüsü: yol saatim 527,5'tan başlıyor... ilk yol muhabbetlerimi ettim! edirne yolu çok güzel. harika bir yol, hava müthiş. gündüz çok sıcaktı, otogarda esti, yolda ise yağmur var.. alçakları karartan güzelim bir fırtınaya doğru yaklaştık, sonra kara bulutun altından geçer geçmez bir dolu fırtınası bastırdı, görüş mesafesi birkaç metreye indi, dolular yatay seyrediyordu, belki de bir hortumun içinde kaldık, herkes heyecanlandı.. az ilerde fena bir kaza gördük... ayçiçek tarlaları.. ılımlı bir 'topografik dalgalanma'.. makedonya otobüsleri pek geniş pek ferah 25 kişi gidiyoruz rahatız... virginia woolf'un 'the waves'ini okuyorum.. iki sınır geçtik, kapıkule dev bir tesis, türk tarafı yani, ara bölgeye girer girmez millet üzerinde "smoking can kill" yazan kartonlardan almak üzere alışveriş merkezine koşturuyor... bana da muavin iki karton emanetliyor, bulgar polisini atlatmak için.. bulgar tarafında polis benden kıllanıp beni kenara ayırdı, şoförler rahat, hasan bey ilk geçişim olmasından kaynaklandığını söyledi.. biraz gerildim ama, sonra orda da yağmur bastırdı.. makedonya sınırında bütün çantaları indirip açtık, bir sınırdan geçmek 1,5-2 saat sürebiliyor.. sonra devebayırı denen bir rampadan aşağı doğru makedonya içlerine ilerliyoruz, ülke muazzam güzellikte!
üsküp-bitola (manastır):_11 temmuz 009 _1323 üsküp, denis hotel: sabah geldiğimde bitpazarska'da tükanlar yeni yeni açılıyordu. üsküp çok ferah ve keyifli bir kente benziyor. herkesle türkçe anlaşıyorum. kiril alfabesini sökmekteyim. taze burek yedim ve tuzsuz ayran içtim sabah, para bozdurmayı başarır başarmaz.. sonra bir çayevi vardı incebellide çay içerken türk tvlerini duymaktasınız.. sonra otele yerleştim yattım uyudum, şakır şakır yağmur indi... bisikletim yerinde duruyor mu acaba.. (duruyor)
_aksamustu: uskup'un her tarafini gezdim, bu tip duzayak kentleri bisikletle arsinlamak pek keyifli oluyor, uskup harika bir yer... her tarafi dolandiktan sonra da bir kent parki var, vardar kenarinda, orda bir tur atiliyor ki anlatmak pek kolay degil.. gorulecek oyle cok onemli bir yer yok ama kentin havasi yasayisi falan pek hos.. geliniz gorunuz.. (daha sonra kentin biriki fotosunu daha ekleyebilirim ama cok da cekmedim, datlii datlii dolandim..) kentte herkesle turkce anlasiyorum, turkce bilen cennete gidermis ve bu inanci hic bir sosyoloji profesoru aciklayamazmis, ahbaplar soyledi...
_1307009 pretor, prespa gölünün kenarı, ağaçların altı... bir reçine akısı altında matımı sermiş, sırtımı bir taşa dayamış, "ne yapayım biraz kambiyo yazısına bakayım" diye diye duruyorum.. ateş başında müslili, kuruyemişli, kirazlı, soya sütlü, oldukça karışık ve bir tür bitki çayı eşliğinde bir kahvaltı.. fazlaca hafifti, sonra da "circle"..
_ekotur'u nasıl yaya bıraktım: dünkü hedefim bitola'da ekotur (bir ekotopya etkinliği varmış, ekotur da ekotopyaya bisikletle gitmek düşüncesi üzerinden başlamış dediler..) grubunu yakalamaktı, sabah kalkıp bol yağlı nefis bureğimi yedikten sonra bisikletimi ve yükümü toplayıp otogara gittim, otobüsçü bisiklete laf ettiyse de ekstra 100 denar alıp uygun bir yere yerleştirmeyi bildi.. (ama bu tip meseleler beni hep geriyor, son ana kadar acaba bir sorun olacak mı diye beklemek... ve sorun oluyor ve hallediliyor...) sonra bitola'ya vardım, bitola akhisar ebadında bir kent ama çok güzel tabi ve çok keyifli görünüyor yine sokaklar boyu kafeler ve güzel eski ve yeni ve hepsi mütevazı sokaklar.. eski arasta var yine, biriki bakımsız ve belki de işlemeyen cami.. aynı miktarda kilise.. ve yine yetmiyormuş gibi parklar.. pazar günü olduğu için ne telefon ne telefon kartı bulabildim.. ama dolanırken türkleri buldum, beni rehberlerine götürdüler onun telefonundan daniel'i aradım, bitola'dan ayrılmışlar.. ben de şöyle bir turladım, bir hamburger yedim ve yoluma düzüldüm.. güzel bir yoldu ama ben anayoldan gitmişim, arabalar vızır vızırdı ama iki şerit bir yol hepitopu, bana bildiğin normal yol gibi geldi... güzelim manzaralar ve harika bir bisiklet havasıyla gah uzun uzun yükseliyor gah hızlı hızlı düşüyor.. sonra gölün kenarına varıp etrafta turladımsa da grubu bulamadım, yine birinin telefonu marifetiyle boyan ile konuşup grubun daha gelmediğini öğrendim, onlar eski yoldan gelmişler! herkes teker teker geldi ve teker teker tanıştık, biraz bira içtik, soslu bir makarna yedik, ateş başında biraz oturduk, sonra uyumak.. bugün tatil günü.. atölyecikler, yüzmek ve yatmakla geçiyor.. prespa gölü bizim oraları hatırlatıyor.. keyifli bir mevkideyiz.. etraf yine bizim oralardaki gibi kamplar ve plaj tesisleriyle dolu.. biz de gölün kenarındaki ağaçlığın altına yayılmışız... püfür püfür esiyor..
_ekotur'dan ilk izlenimler: grup 14-15 kişi.. şimdilik mevzuları anlamaya çalışıyorum... adapte olmakta zorluk çekmedim, ben nasıl takılıyorsam öyle takılmaktalar.. bir "circle" var. günde biriki kez olduğunu seziyorum yemeklerden sonra tok karnına.. burda rota, yemek, işlere talip olanlar, para ve diğer konular konuşuluyor, bir fasilitatör var ve el işaretleri var, söz alıyorsun ya da öneri sunuyorsun, fasilitatör de söz veriyor... (belki yemek konusunda ciddi bir atılım yapmak lazım mesela taze fasulye bulsak güzel bir yemek yapabilirim ya da bir kısır attırmayı denesem burada ziyafet olacak...) keşke büyük cezveyi getirseymişim.. yemekler ateş üzerinde pişiyor, bulaşıklar külle yıkanıyor vd.. ve ortamda ara ara diyelim şu maddenin geri dönüşümü daha çevreci de bununkinin sıfırdan üretimi sonra şu mevzuda şöyle bir yüzde var gibilerinden eko-enformasyon paketçikleri uçuşuyor.. ne kadar güvenilirler belli değil ama.. değerlendirmesi güç konular olabiliyor.. ama ben keyifle dinliyorum...
1407 ohrid, çadır.. ohrid gölünün yanında ohrid'in sırt tarafında kamp kurduk ceviz ağaçlarının altında.. pretordan ohrid'e giden dağ yolunu seçen gruptaydım, diğer gruptan azıcık daha önce yola çıktık, düz bir yolda harika göl manzaraları eşliğinde son derece hızlı ve keyifli bir biçimde yaklaşık 25 km ilerledik grupçanak... sonra öndeki grup kopup tırmanmaya başlarken biz keyifçiler spontane biçimde dönüp son kez prespa gölünde yüzdük... sonra 15 km tırmandık, yorucu idi.. ama manzara gittikçe güzelleşiyordu tabii, zaten tırmanmanın anlamı bu... sonra sırtta durup iki gölü birarada görmek üzre bir de yayan tırmandık (ve 1600metrede bu beni birazcık zorladı, elektrolitlerimi yenilemek üzere daha iyi beslenmeliyim), ah ama sonra 15km'lik çılgın bir düşüş, çılgın bir keyif, herkes şarkılar türküler içinde aşağı düşüyor... sonra sıcakta biraz in çıktan sonra ahrıd'de grupla buluşup öğlen salatamızı yedik.. vejeteryan beslenmesi fena değil genelde hoşuma gidiyor, dün akşamki soyalı patates yemeği gayet güzeldi.. benim de aslında pişirebileceğim bazı tarifler var ama besin dengesinden emin olamıyorum.. akşam yemeği için pişirme görevi üstlenmiştim hemen bir türk bakkal bulup bişeyler aldık juau bahsettiğim yemeği.. sonra boyan geceleyin bize ohrid'de rehberli bir tur yaptırdı da ohri'yi dünya gözüyle görebildim.. neyse sonra da dünyayı gezen bir adam bizi buldu bir mastika içtim, rakıya benziyor ama aroması sek içmeye daha müsait, ben beğendim zaten susuz getiriyorlar... (ohrid ve göl ve diğer konularla ilgili ahkam için notlara bkz)
1507009 1429: (benim saatimle ama aslında makedonyanın saati bir saat geri...) bu sabah da ağırdan alığp yola çıktık bugün çek çeklerden biri bende grubun yükünü çekiyoruz, çok da zor olmuyor, düze yolda, bu sefer ohri gölünün dibinde ilerledik ve yarım saatte molamıza vardık struga kenarlarındayız, tabi yüzdük, harika bir su var burda, kamp yerindeki pek temiz değildi (ama yine de yüzmüştük ve eşyaları yıkamıştık)... vevcaniye eşyaları yetiştirmeliyim sorna öğle yemeği, şimdiden acıktım biraz kuru üzüm satın alıp son denarilerimi harcayacak gibiyim.. grupla gitmenin en güzel yanı durup yüzme kararını kolayca vermek ve eşyalar hakkında da dertlenmene gerek olmuyor.... keyifle atlayıp yüzüyorsun güneşleniyorsun eşyalarını kuruluyorsun, notlarını alıyorsun!! toplu kamp: bu da iyi yine güvenlik sonra yemek mevzularıyla her gece uğraşmamak... iki üç kişi el atınca kendin yemek yapmak için uğraşacağından fazla uğraştığın söylenemez yemek ve yıkama işleri için.. grubun faydalarını görüyorum... ama bu ferahlık kampımı biraz dağıtmama sebep oldu ve eşyaları hiç olmaları gereken yerde bulamamak sinir bozucu oluyor...
1731(benim saatim): şimdi vevcani'deyiz, serin bir geçite çöktük ve öğle yemeği hazırlanıyor.. yolun son kısmında hem yokuş dikeldi hem de hava ısındı, aslında havanın ısınması olabilecek en kötü şey, belki ters rüzgar kadar kötü.. neyse erik toplayarak derelerin aktığı yeşilliklerde mola vererek yukarı çıktık ve harika ve serin bir suya ulaştık... bu köy bağımsızlığını ilan etmiş bir cumhuriyet ve turistlere ülkenin pasaportunu satıyorlar. sularını ohri kentine aktartmıyorlar.. vergi de vermiyor olabilirler ve makedonya devleti de bu konuda çok bişey yapamamış anlaşılan.. güzel insanlar deniyor... bir nevi turizm ile "ülke"lerini geçindiriyorlar.. tuğla, taş ve beton ve ahşap herşeyi kullanarak her nevi nevi yığma yapı yapıyorlar, oldukça pragmatik ve dürüst bir yerel mimarlık ve buralarda mimarlık geleneği belli ki koruma yasalarıyla kesilmemiş ve eski ve yeni binalar birarada.. makedonya'da daha ziyade greko-romen ve bizans mirasına değer veriyor olabilirler, etnik meseleler işte.. ve üsküp'te camileri türkiye'nin onartıyor olması da anlamlı olabilir...
1607009 vevcani 0653: köyün 1,5km üstünde bir kulübeye bisikletlerimizi itekledik, göl ve kent manzarası aşağdaydı... işte rakiyaydı (votka gibi) yemekti temizlikti derken ben de işte açıkta yatmak için bir fırsat deyip stellarium ve baba zula eşliğinde yıldızların altına otların üstüne serildim.. ama sinkov veya muadili organik bir ürün olmadan bu büyük hataydı... böylece zorlu bir bisiklet gününde sıfır uykuyla yük arabasını çekeceğim... ama manzara hala harika, güneş doğuyor..
1607009 2118 arnavutlukta elbasan yakınlarında harika bir dere kenarı... bir tarlanın yanına kampımızı attık.. ama aslında dere kenarını beğenip kampımızı atmaya karar verir vermez herkes soyunup dökünüp dereye iniverdi! bir baktım arkadaşlar açık saçık yüzmekteler, akıntı o kadar güçlüydü ki derenin ortalarında duramıyorduk efenim.. yıkandık eşyaları yıkadık şimdi de yemek hazırlanıyor aslında gündüz iyi yemiştik.. sınırdan hemen önce babsi ve onu tacizcilerden kurtarmaya giden juau'yu beklerken.. sonra yolda da beslendik, karpuzlar kavunlar meyveler.. sabah gerçekten de 7:30 dedin mi yola çıkmıştık şaşırdım buna.. 15 kişilik bir grubuz.. ve aslında ilk buluşma noktasına da iyi vardık.. ondan sonraki tırmanış bizi sıcakta yordu. daha saat sabahın yedisiyken terliyorduk zaten... bugün de treyleri çekeyim dedim zaten çok farketmiyor yokuş zorsa yine zor... başka görevi olmayınca insan rahat edebiliyor.. gece hiç uyumadığımı unuttum bile.. iyi çıkardım günü gerçi öğlen bir yer bulsam da kıvrılıversem diye çok arandım ama gölgemiz oturmaya ancak yetiyordu.. sonra sınıra gittik ve sorunsuzca geçiverdik.. herkes birden neşelendi, 200 metre daha tırmandık solda ohri gölü manzarası başladı, sağ tarafta daha alçakta olan arnavutluk vadileri, aşağı doğru ağır kamyon ve tır trafiği arasında saldık kendimizi.. 20 km bazen dik bazen hafif ama genelde yokuş aşağı gitmek hava sıcak bile olsa keyif ve vadiler de çok güzeldi ama trafik yüzünden çok çekemedim.. tepedeyken her tarafta mantarlar gibi serpiştirilmiş koruganlar gördük, bu koruganlar arnavutluk'un turistik sermayelerinden biri olmuş, hakkaten de ilginç, adamlar 700000 korugan yapmışlar, ülkedeki her erkek savaşabilsin diye, sabit zırh! çoğu tek kişinin girip ateş etmesi için ve tabi topa tüfeğe dayansın diye yapıldığından şimdi yıkmaya kalksan çok zahmetli oluyormuş!! öylece duruyorlar.. komünist zamanın tren yolları da duruyor ve eski tarım kollektifleri boş ve binaların hali harap... arnavutluk'ta halk aynı türkiye'nin orasında burasındaki gibi.. çocuklarla şunla bunla çat pat konuşaraktan şimdiden epiy hemhal olduk.. dere başında yemek pişiyor cırcır böcekleri fazla sıcak bir hava şorul şorul akıntı ve tarlanın bir kenarında herkes fotoğraf çekmek ve notlar almakla meşgul...
1807009 elbasan-durres arasinda bir koy... anlasilan virusler su anda her tarafi isgal etmekteler: dun ogleden sonra ve bugun biraz once biraz canim sikildi.. turkce klavyemi yitirdim ve muhtemelen her hafiza birimimde virusler fink atiyor ve inkscape'i yukleyemedigim ve isleri yatay bir atolye olarak beraber halletmeye calistigim icin oysaki kendim yapsam 5 takada biseyler cikartabilirdim neyse dedim ucumuz ustlendik ve yapiyorduk ama paniklememeliydik, neyse dun elbasan'da yasalara ragmen bacasina filtre takmayan iki fabrikaya karsi aksiyon vardi, yani yoktu da biz yaptik, enteresan bir tecrube ben de hemen hazirlanan metni flyer'a donusturme isini ustlendim, dedim nihayet ben de becerilerime uygun bir seyler yapip grubun gozune girebilirim... neyse sonra vakit yetmedi sandik ve ne yapalim eski yontemlerle iyi kotu birseyler kotardik. ama aslinda isi istedigim nitelikte kotaramayinca ben baya bozuldum... sonra kentte bir tur atildi herkesi parka cagirdik ve ortalikta biraz hareket yarattik ama bu insanlari biraz neselendirmekten baska birseye yaramayacakti elbet.. elbasan guneydoguda bir kent gibi ayni... sonra burdaki cevreci orgutten ahmed bey -ki meseleleri o bize anlatmisti- cagiracagini soyledigi televizyonu getiremedi, biz de parkta flyerlari dagittik... grubun ve bisikletlerin etrafini cocuklar ve tatsiz gorunumlu gencler sardi ve tatsiz bir zaman gecirdik. sonra parktan kacip bir kenarda kenti hemen terkedip terketmemeyi tartistiktan sonra vaktin gec olduguna karar verdik ve oglen durakladigimiz yesillikli anit alanina donduk... sonra yemek ve circle ve sonra cadirimin dis tentesini cimene sereyim de cadiri kurmadan uzerine uzanivereyim derken kafa fenerimi kaldirmamla tam karsimda bir seri ciblah (god gobek gogus sey falan) beden belirmesin mi! noluyo mq (aslinda whatda!) dedim ve kafami indirdim ve sonra vadevir dedim ve ben de soyunup cimenlikli yoldan hortum banyosuna kostum... cok nemli ve sicak ve biraz sivrisinekli ama yemyesil cimenli hurmali ve yildizli bir geceydi.. eylem enteresan bir tecrubeydi, bir takim seyler gozumde daha iyi canlaniyor artik.. grubun arasina daha fazla karisiyorum ve tartismalara katilmaya basladim... elbasan'in ortasinda bir kale var onun icinde de bir mahalle var mutevazi tas evler, o kismi gorulmeye deger olabilir ama ben kalenin etrafinda turlarken gozumun kenariyla bakabildim bugun durres yolundayiz, elbasanda ve burda iki gencle turkce muhabbet ettim turk koleji varmis iki yerde de! boylece turkce ve ingilizce konusuyorlardi...
12007009 1008 durres yakinlarinda adriyatik dalgalarina acik devasa plaji takip eden bir cam korulugunda iki gun geciriyoruz.. kum tepeleri arasinda atesimizi yakip yemegimizi yemek ve ay veya baska isik da yokken yildizlarin keyfini cikarmak.. arada netbookumu alip kumsala uzaniyorum ve yildizlari calisiyorum: sagittarius, yengec, cassiopeia. cygnus, pegasus, draco... dus bulamadigimizdan tuzlu duruyoruz suratimi gormeyeli 4 gun oldu... nils usta benim bisiklete de el atti ve butun hareketli aksami kili kirk yarar bir hassaslikla yeniden ayarladi.. turumuzdan ayrilanlar olacak birden 5-6 kisi kaybedecegiz. ama 2-3 kisi de yeni katiliyor.. vaktimiz oldugu icin atolyeler yapiyoruz ve sunu bunu tartisiyoruz... nihayet benin de aklima atolye fikirleri gelmeye basladi.. durres ve belki tiran'daki aksiyonlar icin biraz hazirlik yapabiliriz..
milliyetler ve kultur: bu aralar bu konuyu konusuyoruz. herkes buradaki ve gezdigimiz yerlerdeki kulturel farkliliklardan keyif aliyor gibi gorunuyor.. dunku workshop israil-filistin catismasiyla ilgiliydi ve israilli arkadasimiz yarden yonetiyordu.. bu koruya gelirken toprak yolda bana bu konuyla ilgili ve tayyip'in davos'taki cikisiyla ilgili dusunduklerimi sordu ve cevaplarimdan pek memnun kalmadi ve telasla workshop'u gerceklestirdi.. ama aslinda olabildigince dengeli bir hesap cikarmaya calisti. gruplara ayrilip biraz farkli rolleri oynadik ve biraz da meselenin tarihini dinledik.. belli ki bizim topluluk israil'in politikalarini ve argumanlarini pek desteklemiyordu ve ufak tefek mudahalelerle kolayca gozden kacabilecek ama onemli detaylari eklemeden edemedik... bana bu meseleyle duygusal bir bag kuruyor musun diye soruyorlar hayir diyorum ama o kadar kolay bir yanit degil aslinda, sonra ikidebir araya girip bir takim seyler sormadan duramayan da benim... mesela milliyetcilik ve milli kimlik konusu yarden'i ilgilendiriyor gibi gorunuyor, yanya'yi da ilgilendiriyor ve tek tek herkese sordular mesela turk olmaktan gurur duyuyor muyum baska bir milletten olabilir miydim... yok gurur duymuyorum ve baska milletten olabilirdim diye net cevap verenlerden biriydim ama ne kadar inandirici olabiliyorum bilmiyorum cunku her gittigimiz yerde turklerle karsilasip konusmak (turklerin ve turkce bilenlerin de beni coskuyla bagra basislari ama aslinda ben o anda kendimi ikiyuzlu hissediyorum) iste bizde bunlar boyledir sunlar soyledir diye anlatmak sonra dilleri karsilastirip durmak gibi konularla oyle keyifle ilgileniyorum ki... yanya'nin temel derdi su gibi: milliyetciligin disinda bir kultur cesitliligi meselesi var ve bu onemli diyor, kulturlerin farkliligi ve milliyetcilik degil. asil sorun ozel mulkiyet diyor.. bana da oyle geliyor ki evet cesitlilik cok keyifli ve insani oyalayan bisey ama milliyetcilik ya da ataerkillik ya da baskicilik ya da gerontokrasi hatta ozel mulkiyet kulturden ayri birsey degil bunlar kulturun bilesenleri ve biz gruplamalari hic milletlere ve dillere gore degil de yasamak istedigimiz hayata gore yapmaya baslasak daha iyi olabilir.. hep buradaki gecici toplulugumuzu ornek gosteriyorum, cunku bu gocmen topluluga ait hissediyorum kendimi... isleri benim yapmak isteyecegim gibi yurutuyorlar takdir ettigim karakterlere ve ahlaki duruslara sahipler ve istedigim gibi bir hayat yasiyoruz...
ikinci paket burada: http://kenarlar.blogspot.com/2009/07/balkan-yollari-2.html
_burda da sayfamiz var: http://www.facebook.com/home.php?ref=home#/pages/The-Biketour/77515245786

13 comments:

pass said...
This comment has been removed by the author.
kenar said...

fotograflarin bir kismini gezi bittiginde koyabilecegim simdi bazi basliklar numunelik kivaminda kalabilir...

pass said...

numunelik de olsa.. hayvan gibi çalışan biri için fena kıskanılacak bir macera olduğu gerçeği gözler önünde.

Anonymous said...

vallaha kardesim.seni burdan da takip ediyorum. ayaklarını denk al!!

ayrıca o sınırdan gecme anını bende seninle birlikte yasadım dogrusu her seferinde aynı sey oluyor .. Tabana kuvvet kardesim.Ayrıcana mailini bekliyorum.

onur

haritacı said...

iyi yolculuklar, kendine dikkat et! haberlerin arasını da çok açma, merak ederiz...

kenar said...

1. düz kentleri bisikletle gezmek: velespitle kent gezme düşüncesi harika.. vaktin mi var hadi biraz da oraya bas sonra hadi buraya bas sonra basma dur sonra bas git... sıkıldınsa kentin öte tarafına tekrar git... üsküp'e daha bu sabah indiğime inanmak güç... her yeri gezdim.. kent de küçüktü elbet ama ben de iki tur attım zaten!

kenar said...

2. kentler: üsküp bana bir seri kenti hatırlatıyor, zaten eski kısımlar herhangi bir osmanlı kentinden farklı değil... kaleden doğru tüm kente baktığımda saraybosna, mostar ve selanik'i hatırladım.. bir tarafta eski kent var bildiğin osmanlı çarşısı ve arkasında düzensiz ve eğrisel sokakları içindeki alçak katlı ve bahçesine kapalı evlerden oluşan müslüman mahallelerinin sıkışıklığı.. beri tarafta 20. yy'da planlanaraktan geliştirilen mütevazı yeni kentin ferahlığı ve iki merkez arasında gidip gelen ana aks... bir tarafta hanlar (kapan diyorlar), çarşılar, arastalar, pazarlar, camiler (isa bey camisi vardı, zaviyeliydi, edirne, iznik ya da bursa'da görebileceğimiz tipik bir dönem camisi, zamanında nakşibendi tekkesi varmış orda, 2. murat camisi vardı bu ama yıkılmış da 19. yyda nerdeyse baştan yapmışlar, iki tane daha bişey paşa camisi vardı onlar da onarımdaydı, tc burdaki varlığı üstüne çalışıyor belli ki az önce ezan okundu baya cami var sayılacak gibi değil), hamamlar (bunları sanat galerisi yapmışlar), tabi mekan turistikleştiği için kafeler restoranlar otelcikler, öbür tarafta da daha geniiş geniş ve sıra sıra kafeler barlar farklı farklı bölgelere yayılmışlar ama toplasan beyoğlu kadar geniş değil tabi yine de bizdekilerden daha düzgün mekanlardı hep... sonra konut blokları var diyorum bizde yok mu yani böyle aleli maleli mahalleler? bunlar gezdiğim orta ve batı avrupa kentlerini hatırlattı bana hava ve ışıkla da birleşince, yani çok aman aman bişey de yok ama bir görsel çeşitlilik var bir ferahlık var, ordan şu yola sapıyorsun bir küçük girinti, bir ara geçiş bir bina arkası.. bizdeki gibi parsellere göre kutu kutu bölünmüş ve duvarlarla ayrılmış değil... yeşilliği söylememe bile gerek yok ve bunlar yetmediği için bir de muazzam park... bursa'yı hatırlatıyor, stadyum inşa ediyorlar oraya.. sonra kıyıboyundan giderken eskişehir'i düşünüyorum orda çayın taşma alanı basılması yasak bir yeşillik iken burda bir bisiklet ve yürüyüş yolu ve onun dört katı genişliğinde koşmak ve takılmak için çimenlik bir alan olarak değerlendirilmiş.. insanlar da koşuyor ve bisiklete biniyor hakkaten... yeşillikler, parklar ve ağaçlı alleler ihmal edilmiş, gündelik rekreasyonunu almamış türk dimağıma unutulmamak üzre musallat olacak gibi görünüyor.. bizim onur'un sofya seferinden aktardıklarını hatırlıyorum hep gezerken de biraz anlar gibi oluyorum.. neyse efenim, odtü kampüsünü hatırladıktan sonra güneş alçalıyor ve dağların arkasında türbülanslar içinde yoğrulan katman katman bulutların arasından amasya kendini hatırlatıyor.. vardar yeşilırmak kadar bişey ama daha bol akıyor... bu kent de bir vadide, ya da dar bir ovada demeli... ırmakla birlikte akıyor..

kenar said...

3. dil: üsküp'te sanki herkes türkçe konuşuyor.. yani kimle konuşsam türkçe anlaşıyoruz, orda burda kendi aralarında ya da kendi kendine konuşanları duyuyorum.. herhalde eski çarşı civarında çok takıldığım için olacak diyorum... ama ayrıca başka dil konuşanların da vurguları falan slavcadan çok hep türkçe konuşuyorlarmış hissi yaratıyor... bu güney slavlarının hepsi, bulgarlar dahil, birbirini anlıyormuş hatta kassalar ruslar bile bunları anlıyormuş biz olsak hepsine türkçe der geçeriz ama bunlar özenle ayrı isimler kullanıyor mezhep ayrılıklar ve tarihsel iktidar ayrılıkları vd...

kenar said...

4. ohrid: burayı gece gezdik.. bir kale var tepede ve bu kalenin içinde bizans zamanından beri özellikle dini açıdan önemli olan bir kentçik var.. içerde bir roma tiyatrosu var demek ki kent eski.. zaten 1000 yıllık uluçınar da hem bunu hem de çınar meselesinin türklerde eski olduğunu gösteriyor.. sorna türkler gelmiş ve aşağıya ovaya bir kent merkezi kurmuşlar.. camiler aşağılarda ve kiliseler yukarılarda ve bir sürü arkeolojik kazı var kentçiğğin içinde.. ohrid çok canlı bir gece hayatına sahip ve belki de bütün ülke eğlenmek üzere burda!? güzel göl kenarı kafeler veya klüpeler ve bir jaz kafe ve etkinlikler için birkaç açık hava mekanı gördük.. eski arastadan ve kaleiçinden geçtik.. kaleiçindeki çoğu ev ya yneilenmiş ya yeniden yapılmıştı ve geleneksel mimarinin otantik bir örneğini bulmak zordu ama osmanlı sivil mimarisinin bir örneği olduğunu söylememe gerek yok.. duşa doğru çıkmalar ile genişleyen bir tipoloji olaiblir ama az sayıda örnekten söylemem zor.. sadece ev biçimindeki sokak lambaları var! ohri gölü bu struga tarafında bir harika,, derin olduğu için deniz gibi görünüyor ve deniz gibi berrak da aynı zamanda...

kenar said...

ve su anda cok yavas bir kafede oldugumdan fotograflarin cogunu yukleyemiyorum sonra insallah..

kenar said...

uskup'ten itibaren yeni fotograflari yukluyorum efem durres'teyim arnavutluk'ta...

cigdem nur said...

başka bir hayatı daha olan bir mimar görmek umut verici gerçekten benim için. ben de şehirlerde gezmek istiyorum mimar gözüyle ama sadece kendim için. mimar olduğunu düşünmeden mesela. değilim zaten de

krr said...

@çiğdem: gezeceksiniz demektir. durup beklemek için bir sebep yok.