Pages

December 6, 2009

delft'te

1. delft'te sinterklaas:
bizim bildiğimiz noel baba'yı üretmek için bizim bildiğimiz demre'de kilisesi olan aziz nikolas'ı, noel baba denen ama hediye dağıtmayan bir ingiliz karakteriyle birleştirmek gerekiyor. aziz nikolas'ın duç versiyonu ispanya'dan her yıl kendi doğum gününde, 5 aralıkta geliyor, ikinci dünya savaşından önce sadece bir yardımcısı varmış, adı peter, kendisi arap, bunları eski germanik inanışlarla oldukça başarılı biçimde açıklıyorlar, neyse işte adamcağız kara ve komik yardımcılarıyla gelip kanaldan geçti, ben de kahvemi alıp evin yakınındaki kanala kadar bir zahmet ettim göreyim diye... biriki gün delft'in meydanında çocukları kabul etti, yardımcıları dilekleri kaydettiler, biriki tane piet ortalıkta dolaşıyordu bugün bile... şu anki ev arkadaşlarım bir sinterklaas lotaryası düzenlediler, şiirler yazıldı, ucuzdan hediyeler alındı (çin sağolsun ucuzdan hediyeler beya afili olabiliyor artık), geleneksel yemekler ve kekler pişti, biraz içim bayıldı şeker, kek, anason ve zencefil kokusundan ama gelenek işte... ve geleneksel sinterklaas şarkıları.. eğlenceli bir gelenek, ikinci dünya savaşı ertesinle ama kuvvetli ilgisi var böyle yoğun kutlanmasının... yoğun kutlanıyor evet.
(bunlar da sinterklaas şiirlerim, haykularım, haykolarım koanlarım, zevklen okuyun mümkünse... kendime iki adet uzaktan kumanda aldım, yani sint beni duymuş da almış..)

2. delft'te cittaslow:
bir pazar günü, giyindim kuşandım, cittaslow görmeye gittim. hava güneşliydi, ama karşıdan fena rüzgar esiyordu fena.. neyse yokuş
çıkar gibi ağır ağır ilerledim, yavaş kente yaklaştıkça yukarki manzarayla karşılaşılıyor. rotterdam'a on dakka mesafede, avrupa'nın en büyük limanının yanında cittaslow olmak istanbul'un yanındaki cennet olmaya benziyor.
haklarını yemiyeyim, bir yerde, burlarda gördüğüm her yer, hatta büyük kentler bile, cittaslow. yüksek hayat kalitesi. beğeniyorum doğrusu, zevkle yaşıyoruz. [bizde de seferihisar var, cittaslow imiş, tevekkeli etrafındaki her yere 20 kere gittim de ordan geçmedim, çıkmaz sokak mı idi ne?]


3.delft'te teletabilerin inine girmek:
işte burada tabitostlarını yiyiyorlardı sayın okuyucular!

4. delft'te ışık: insan gelmeden önce şöyle düşünüyor: burası bu kadar kuzeyde ya, karanlık olacak tatsız olacak.. hani güneşin öğlbe vakti batacak gibi durması bir tuhaf ama, ama.. sürekli bir akşamüstü güneşi var ve ışık bir şahane doğrusu, hele bir de bulutlar aralanırsa kanalların ve tarlaların arasında keyifle dolanıyorum...bulutlar da aralanıyor, şimdilik... panik yapmaya değer bir durum yok henüz...

5. delft'te yılbaşı çiçeği:
burada edindiğim bir arkadaşım yeni ev hediyesi olarak getirdi bunu.. edindiğim her arkadaş taşındığım her ev için bir çiçek getirirse küçük bir sera kiralamam gerekir.. (burda öyle seralar var, bir tarlaya seracıkları doldurmuşlar, kiralıyorsun, keyif işte) ama zaten edindiğim her arkadaşı öyle tam edinemiyorum şüphesiz ben......



6. delft'te fesat: kendimi sürekli "ama siz de böyle böyle yaptınız.." türünden hollandalıları suçlamak isterken buluyorum. epiy de öyküler yazdım, güzel ve serin ışıklarda kanalların yancağızlarında yürürken... onları niye ve nasıl şuçlayabileceğimi falan çalıştım, şekillendirdim, zor da bir iş değil, tabi aynı ilkeler üzerinden osmanlı ve bütün diğer miraslar yüzünden onlar da beni suçlayabilir ama ben onu onların yerine yaptım zaten, ondan mı acaba.. onlara cumhuriyet'ten ve erken modernden bahsediyorum da bunlar külliyen bihaber olduklarından mı sadece dinliyorlar? ortada bir hava oluşuyor: "ya sizin oralar öyle mi? bizim buralar başka türlü." gibilerinden.. bir yandan insan "ya sizin ülke de aynı şeyleri yaptı 60 yıl önce iki ülkenin zihniyet açısından pek farkı yoktu" falan diye konuşmak istiyor, sonra işin öbürsü yanını düşünüyor: "ya herifler de orlardan falan geçmiş olabilirler de, geçmişler gelmişler.." güzel ülke kurmuşlar, ferah ruhlar, makul zihniyet... biz niye takılmakta ısrarcıyız prehistorik hassasiyetlerimize ve saçmalıklarımıza? (ama bunların da kraliçesi var canım!!?)
7. delft'te kuğular: ilk olarak, burda gerçek kuğu (ya da kaz irisi mi?) var. hakkaten büyük insan üstüne binip kanallarda gezebilirmiş gibi.. burda başka kuşlar da var. sulak alan olunca insan evinin önünde acaypi acayip kuşlarla hemhal olabiliyor. bir de bu kuğular var. çünkü, neden olmasın. tam hollandiyaya göre işte. bu milletin güzel bir yanı var, kuullukla (iskandinavlara atfedilen) ya da katı özenle (almanlara atfedilen) ya da ağırabilikle (bizde pek sevilir) kafayı bozmamışlar, rahatlar ya... evet bu doğru. bir zevk bir özen her yanda var, ama bir tevazu ve sadelik ve bir ortahallilik tonu taşıyor. kanala kuğu koyabiliyorsun, güzel duruyor ve bizde kendini küçük düşürmek (koskoca adam çık çık çık..) anlamına gelen davranışlar burda sadece keyifli..

8. delft'te yıkım: bu binayı yıkıyorlar. altın rengi camlarına bakıyordum geliş gidiş... güzel görünüyordu. docomomo hollandiya uyuyor mu? mimarlar odası wilyam of oranj'ın anıtına çelenk bırakmayacak mı?
şurası bir gerçek, inşa etmeyi seviyorlar. yıkmayı yenilemeyi düzeltmeyi başka şey inşa etmeyi...
9. delft'te yol inşaatı: inşaat mı yapıyorlar? bir yeri geçici olarak kullanıma mı kapatıyorlar? bi zahmet alternatif bir yol açıyorlar orda, güvenlik önlemlerini falan da alıyorlar... burda da biri biraz eğlenmiş :]

10. delft'te keyifler: anlaşılıyordur sanıyorum, burda geçirmekte olduğum vakitten oldukça memnunum... tabi bünyenin nereye gitse yanında taşıdığı arızaları var... ama arızalar için de yaşlıyız artık bünye. iyiyiz bünye boşver, hafifiz.
11. delft'te yeni yıl: önce "ne kadar donuk bir yıl oldu" diye düşündüm. demek ki bu yılın üzerimde bıraktığı genel izlenim bu. sonra detaya girince gördüm ki donuk olmak bir yana inanılmaz hareketli bir yıl olmuş. ama donuktu. ne kadar çok şey oldu aslında.. ne kadar çok yer değiştirdim.. ertelediğim ya da görmezden geldiğim ne kadar çok mevzuya el attım... donuktu ama... ne zaman bir heyecanlansam onda da ağzımın payını aldım. erimiş tereyağı yavaş yavaş donuyor ya, onun gibi... tabi bünyenin temel faaliyeti sürekli olarak durum değerlendirmesi yapmaktır. yapıyor efenim durduramıyoruz. anlayıp idrak etmeye çalışıyoruz. ama bundan sonra darbeler, muhtıralar, eylem planları olmayacak. bünyeyi kendisine teslim ediyoruz. onun dünyada iş görmek için kendisine göre yolları vardı. ilk başladığımızda. her ne kadar bir milyon denyoluk barındırsa ve halinden bir türlü hoşnut olamasa da belki bünyenin başka türlü işlemesi mümkün değildi. zaten artık bunları düşünmek için biraz geç oldu. yeni yıldan bir beklentim yok. hayat sürüp gidiyor işte. bünyenin beklentileri ama tümüyle tükenmiş değil. o götürüyor biz naçar takip ediyoruz.
12. delft'te ev ve ev arkadaşlığı kurumu: delft'te ilk gecelerimi geçirdiğim o güzel evde kalıyorum 1,5 aydır. ama evdeki toplulukla ilişkilerim bir türlü normalleşemedi tatlılaşamadı, hatta artık yoğun duç kullanımı koşullarında iyicene koptu. hani sorun mu var denirse yok, bilakis.. sistem bu zaten, herkesin ayrı bir alanı var, gerekirse tümüyle izole oluyorsun, kavga gürültü yok. ayrıca görüyorum ki insan bir yerde ana dili bilmeyince her ne kadar birebir münasebetler kurabilse de, sosyal olaylara dahil olması kolay değil... bu evle birlikte yanyana dizilen üç ev bir tek yaşama grubu oluşturuyor. 25-30 kişi eder.. zaman zaman ortak etkinlikler oluyor, katılıyorum, yani orada oluyorum da çok katılamıyorum... şimdi ben bu evde geçiciyim, bir aylık daha kontratım var. bu arada onlar da yeni kalıcı ev arkadaşlarını arıyorlar (ya bırakın durayım yaza kadar) burada ev arkadaşı seçmek için bir "instemming" kurumu var (ben bu kurumu bypass edip geldim. başka türlü de olmazdı zaten.) çok manalı duruyor aslında. birlikte yaşayacağın insanı seçiyorsun. farklı türleri var. şu anki evimde her talip ile ayrı ayrı iki kere akşam yemeği yeniyor.. ondan sonra konuşuyorlar ideal ev arkadaşımız mı diye.. benim gözlemlediğim kadarıyla bu geceler evdeki en neşeli geceler oluyor. herkes kendinden bahsediyor ve bu zanaati yıllardır sürdürdükleri için gelişkin öyküleri var. bana da sordular "ders çalışıyorum bi de tırmanıyorum" diyebildim... şu ana kadar gördüğüm taliplerin her biri en azından evdeki herkes kadar düzgün tiplerdi.. ama hiçbirinin üzerinde anlaşamadılar.. nihayet birinin olmayacağı konusunda anlaşmışlar. çok da tatlı bir insandı, ben de merak edip sordum, "bazılarımız onun yanında kendilerini rahat hissedemiyor ve gerçek benliklerini sergileyemiyorlardı" yanıtını aldım. iyi ki ben instemminge gelmedim beni sopayla kovalarlarmış, gerçek benlikleri ha? şimdi, bu instemming kurumunda çok makul bir yan var tekrar ediyorum, ama beni rahatsız eden bişeyler de var, anlatması zor... benim evdeki yaşantım da "biri bizi gözetliyor" ile "yemekteyiz"i birleştiren yeni bir şov konsepti gibi.. neyse en azından sokağa atmadılar, ev rahat, odam güzel.
13. delft'te türk mutfağı: yazdan beridir "ya bu vejeteryan arkadaşları bizim mutfakla tanıştırayım mesut olsunlar" diye diye içimde şişen bütün yemekleri pişirdim nieuwelaan'da (bizim evin kod adı oluyor). sorun şu ki artık durdurulamıyorum. yakında elime oklavayı alıp börek açacağım gibi görünüyor. en azından hazır mantılık makarna gördüm, mantı yapacağım o kesin*. evde kendime hayatta yapmadığım mücverinden tutun zeytinyağlı lahana sarmasına, mercimek köftesinden tahinli piyazına nebileyim kısırından yayla çorbasına menümde yok yok... şekerpare yaptım ya... şimdi ne var bunlarda bunlar kolay işler demeyin, bunların çoğunun tarifini önceden bilmiyordum. şimdi prosedür şöyle gelişiyor, aklıma bir yemek geliyor. internete bakıp bir tarif buluyorum. ilk soru şu, malzemeler kolayca bulunuyor mu.. bulmakta zorlandığm malzemeler en basit en temel olanları, salça gibi.. bir süre markette orda burda malzemeler var mı diye bakmakla geçiyor.. olmazsa ortadoğu marketine ya da türk marketine gidiyorum, tabi yemek on kişilik piştiği için fiyat da önemli. fizibilite çalışmasından sonra menümü netleştirip yemek şkecılında uygun bir tarihi "ben pişiriyorum" diye işaretliyorum. o günü o yemeğe ayırıyorum artık. on kişiye iki üç çeşit pişirmek baya vakit alıyor. ama kafa da tertemiz oluyor doğrusu. bu aralar delft'teki en ferah faaliyetim bu.
*sonradan not: şaka maka elime oklavayı aldım, mantıyı açtım, ayrıca yeşil mercimekle bir nevi vejeteryan makarna varyasyonu ürettim, yetinmedim yörüklerden görüp hatırladığım kadarıyla bi de tahinli ballı katmer açtım (o tam olmadı ama).. güzel oldu ya, damağım bayram etti..
14. delft'te duç mutfağı: hollanda mutfağının özünde biraz fazla sade hatta tatsız olduğu konusunda genel bir kanı var. ama uzun bir sömürge ve ticaret geleneği ve şimdi de azınlıklar sayesinde aslında dünya mutfağı ve değişik lezzetlerle tanışıklıkları var. arkadaşlardan duyduğuma göre yeni yeni (külütürün her yanına sinmiş bulunan kalvinist sadelikten silkinip) daha az tatsız hatta lezzetli yemek pişirmek yolunda bir gayret yaygınlaşmış, ben de şahit oluyorum. patatesi pirinci makarnayı sebzeyi falan tümüyle yağsız tuzsuz pişirebiliyorlar. sonra bir sos hazırlıyorlar. bu sosta yok yok. çoğu zaman pek ne neyle iyi gider diye bir düşünmek de yok. ondan sonra hepsini karıştırıyorsun. karıştırmazsan alttaki tatsız karbonhidrat kaynağını tatmaktan kurtulamıyorsun. karıştırırsan oldukça farklı ve çeşitli lezzetler tadıyorsun. sırf sebze ve soya ürünleri kullandıklarında lezzetli pişirmeyi pek bilmiyorlar. ama peynirdi et ürünleriydi onları katarlarsa güzel oluyor. şikayetçi değilim. okulda ise düzgün yemek çıkıyor. onun için de yabancı öğrenciler bastırmış (imza toplamışlar galiba).

4 comments:

aslihan said...

hollandalı olmuşsun anlaşılan, karanlık hollanda günlerinde ancak yerlilerin farkedebildiği ışık farkları görülmeye başlanmış;)

krr said...

bugün mevcut ev arkadaşlarıma sordum da ışık terapisi denen şey gerçekten varmış :] bir grup insan havanın az ışıklılığından fena etkileniyormuş ama şu ana kadar olmadıysa bu kışı atlatırmışız. şu ana kadar ne olacak gayet güzeldi hava... işin ilginç yanı bizim orlardan daha karanlık falan değil.. sabah yağmurluydu sonra öğleden sonra bir güneş açtı masmaviydi ortalık, 21 aralığa iki hafta kaldı ve günlerin uzunluğu da gayet iyi... ışığın fotografikliğini burdaki insanlar ne kadar farkediyor bilmiyorum.. normal bulutlu, yağmurlu bir öğlen vaktiydi karanlık değildi, ve bir tanesi gidip "ayh karanlık oldu" diye ışığı açtı.. başka biri statusuna "dışarı baktım iç geçirdim" yazıyor... tuhaf...

onurr said...

kardesim simdi.baktımki uzun olmus senin siteye ugramayali.Gece sabaha 4 e kadar icip sarkı soyleyip birde uflemeklerden sonra erken kalkmisligin malligiyla yazıyorum.Ama bunu yaparken ayılıyorumda mekanlarin tatlılıgı,ordaki ferahlıgın icimi acti.Yaptıgın kahvenin kokusundayım kardesim.Bizde senin kotu mecidiyekoyunde kapalı ama guzel bir havaya uyandık iste.Dunun yorgunlugu ve guzelligiyleyiz birazda bas agrisi( kac kadeh rakidir bilmiyorum sorumlusu).Sevgiler selamlar.Ayrıca su yol cizgisi cok bombaymıs

krr said...

burda bıkmadan kar yağıyor. (hollandalı da şaşkın). biz de naylonları kaptık kütüphanenin damına gittik kaymaya!
bi kere türk kahvesi yapmayı denedim felaket oldu çaktırmadım, kahve bayatmış (o kahvenin dumanına köpüğüne seni karıştırmam kardeşim).. burda yemek yapmak ikinci bir araştırma alanım oldu. çalışıyorum menümü, malzemeleri buluyorum, oturup pişiriyorum, dün sırtlarım ağrıyana kadar lahana sardım, güzel oldu ama, hollandalı da türk damak tadını beğeniyor anladığım kadarıyla... kalabalık bir evdeyim, her akşam canı isteyen biri yemek yapıyor, evde vejeteryanlar olduğundan bizim ev yemekleri, zeytinyağlılar falan ortama iyi gidiyor... doyuracak insan olduğunda yemek yapmak da keyifli bişey doğrusu..