Pages

December 31, 2009

hala delft'te

1. delft'te çatışma: bir haftadır sürekli patlama sesleri geliyordu gece gündüz demeden.. bugün sabahtan beridir bir çatışmanın ortasındayım. kedileri dışarı salamıyoruz. terör tüm yurdu sarmış durumda. ya darbe oldu ya iç savaş çıktı. ya da yeni yıl geliyor ve çocukların harçlığı bol. bakkallar da sorumsuz biraz.
0. delft'te şüphe: daniel dennet'in zihin için şöyle bir modeli var, kabaca ifade edildikte: içinde olduğumuz dünya ve kendimiz hakkında beyin paralel bir hesaplama faaliyeti ile her an pek çok alternatif taslak oluşturuyor, ve bu alternatiflerden belirli bir anda uygun olanları seçiliyor ve bir adet sürekli (hem zamansal hem görsel -hem diğer duyusal- anlamlarda sürekli) anlatı oluşturulageliyor. içinde bulunulan parçacıl gerçeklik ve süregitmekte olan paralel ve dağınık hesaplamalardan bir adet ben yaşantısı üretiliyor ve biz zihnimizde bunu yaşıyoruz. (bkz consciousness explained, d.c.dennet) şimdi bu kitapta mesela şöyle bir delil vardı, hatırladığım: her iki gözümüzde birer kör nokta var. ve bu kör noktalar herhangi birşey görmüyorlar. aslında gözümüzde herhangi bir mevki bu kör noktaların yerine görüyor değil. kör noktaların görmesi gereken yerleri aslında görmüyoruz. ama gözümüzü dimdik karşıda bir noktaya kitleyip dimdirek baktığımızda bile görüşümüzde iki adet boş nokta olduğunun farkında olmuyoruz. bu noktayı okuyucuya iyice anlatmak için dennet kitabına bir çizim koymuş. çizime belirli bir mesafeden baktığımızda o belirli noktalara yerleştirilmiş iki adet işaret görüşümüzden çıkıyor. ama görüşümüz bize hala deliksiz geliyor. başka bir yazısında dennet diyor ki (hangi yazısıydı o ya) zihin elindeki veriden olabildiğince tutarlı ve boşluksuz bir yaşantı üretmek için elinden geleni yapıyor.
-1. [çok komik :[ ] delft'te şüphe -1+i: [daha da komik :p]
ben de kendi kendime soruyorum: tamam yaşantının öykülenmesi bu şekilde gerçekleşsin, sorun değil, de acaba, durmadan anlatıp konuşup durduğum [durdun mu durmadın mı?][çok komik :[ ] konularda, yani kurageldiğim öykülerde de böyle boşluklar var mı.. yani varsa nereden bilebilirdim ki acaba, nebileyim kuramsal olsun, yaşamsal olsun, muhabbetle ilgili olsun herhangi bir öyküyü oluştururken eksik kısımları keyfi biçimde dolduran bir zihnin komplesiyle mi karşı karşıyayım... yoksa biliyorum da mı konuşuyorum.. bir kısmını biliyorum da gerisini keyfi biçimde dolduruyor muyum.. ne kadar keyfi biçimde dolduruyorum... insan bildiğini nerden bilir ki? hani bildiğini bilir, bir histir bu, ama ertesi anda "haa o öyle değildi sonra da şöyle olmuştu" dediği de çok olmamış mıdır?
delft'te taşınmak X={x1,x2, ..., xn}: benim bir eve taşınmam haber değil, belki evin bana taşınması haberdir. ben hep taşınıyorum, bugün yarın yarından sonra, evden eve evden eve.. neyseki artık aslında taşınmıyorum, artık hep aynı yerdeyim. bundan sonra böyle. taşınıp duruyorum ama fazla yeni ev fotoğrafım yok, eski fotoğraflarım geçerli hala onlara tekrar tekrar taşındım, rahatım, yazacak çok şey var.... yok yazacak çok şey olması haber değil, olanların çoğunu yazsam? bünye çılgın gibi çalışıyor, çalışmadığında duvarda tavanda asılı duruyor, bünye mutlu. bünye çok ferah. sakin. bunlar haber mi?
delft'te
1. tosun paşa 2. şabanoğlu şaban 3. süt kardeşler:
iki önceki evimde bu hollandalı kardeşlere bir türk sineması gecesi yapayım mı diye düşündümdü, sonra baktım tehlikeli, bünye meselesi... film falan izliyorum arada..
delft'te tezek: havalar ısındı ısınalı bir tezek kokusu güneylerden doğru geliyordu, hafta sonu evin arkasındaki mahallelere gidip bir tetkik ettim, kuzular koyunlar çayırlara yayılmış, zaten çimenler karların altından yemyeşil çıktı, o da yetmedi kendi kendine laleler açıyor kanal boylarında... çayırların gerekli yerleri sürülmüş, bazı noktalarda da tezek yığınları var. arka mahalle köymüş... içinden de kanallar gidiyor, düz düz de gitmiyor bir idil havasında, salkım söğütler sulara uzanıyor, güneşler sulardan sekiyor masmavi falan.. [aslında baya çamurlu ama güneşte masmavi görünüyor] milletin evinin yanında iskeleciği var kanosunu kayığını bağlamış.... ya o dar kanallardan baya yatlar gelmiş, yat parkı var.. şurda ya! marina gibi, yatları karaya çekmişler duruyor... ellerini iki yana açar "n'oluyosun hollandalı?" dersin, bu kadar mağrur olma, bu kadar keyifli yerlerde yaşama...
delft'te tıraş: aslında delft'te tıraş olamadım, burda unisex kapsalon olgusu beni korkuttu, her ne kadar türk berberinden ölesiye şikayetçiysem de burdakiler saçımı stil yapar diye korkunca ben gurbetçi ev arkadaşımdan türk berberlerinin adresini alarak den haag'daki göçmen mahallesinin yolunu tutup kendimi "altın makas"lara teslim ettim... burdaki türklerin işletme isimleri 40 yıl önceden kalmış. "maça kızı bar" bile var. bi de helal marketle kafi şop yanyana.. temiz bir tıraş olmadan önce yarım saat kadar star'daki izdivaç programını izledim, islami gurbetçi dergilerine göz attım... türkiye bildiğiniz gibi (sorarsanız yani), burdaki cemaat de belki türk haklı kendi başına özgür kalırsa (yani devlet yakasından düşerse) nereye gidecekmiş onu örnekliyor olabilir...
delft'te bu da bahar değilse...: eldivenlerimi yiyeceğim. kışlık olanları. burda bahar ağır ağır geliyor. tomurcuklar orda iki aydır sabırla bekliyorlar. açmıyorlar, açmıyorlar, açmıyorlar... hava ısınınca, öyle açıyorlar...


delft'ten dönüş: ben dönüyorum. 11 adet ay geçti. iyi geçti.
delft'te yaz: delft'te bahar havai fişek gösterisi gibi (idi). her gün başka bir ağaç farklı bir renkte çiçeklerle patlıyor, ertesi gün sönüyor gibi (idi). yaz o kadar şatafatlı değil. zaman zaman sıcak zaman zaman serin oluyor. insanlar kanallarda göllerde yüzüyor ya da güneşleniyorlar. her an orda burda bir etkinlik bir festival bir konser... ülkenin keyfi hiç azalmıyor. barlarda, kafelerde, ya da evlerin önlerinde, arkalarında, ya da parti için kapatılmış sokak aralarında hararetli muhabbetler kesilmiyor. efenim kendileri, hollandalılar, dünyanın en mutlu halkları arasındalarmış. ama burda sadece hollandalılar değil enternasyonaller de keyifli. ülke keyifli. insan soruyor durmadan (nassınısattımını) madem böyle bir ülke kurmak mümkündü, biz ne demeye öyle bir ülke şeyetmişiz orda, sizin orda? madem güzel bir ülke ve iyi işleyen bir sistem kurup mutlu olmak mümkündü, bizim ülkemiz niye insanlarını mutsuz etmek üzere kurulmuş? şimdi ordan başlasak bu tarafa doğru koşturmaya, bu boylama kaç ışık yılında varacağız? insan sararıyor soluyor (yaz yaprağı misali efenim). hani burda kalmayı istiyor değilim. dönme vakti geldiği için de çok mutluyum. ne de olsa siz ordasınız, siz olmayınca da burların tadı tam çıkmıyor. ama bizim oralar niye burası gibi olmasınmış... niye...
delft'te beyaz geceler: akşamüstü çıkıyorum bisikletle gezmeye.. kimse yok ortalıkta.. şaşırıyorum her seferinde.. sonra saati hatırlıyorum. akşamüstü değil gece 10. en uzun günlerinde akşam 22 gibi oluyordu, hava 23 gibi anca kararıyordu. hala da nerdeyse öyle.. en kısa zamanlarında da, kışın yani, aslında öyle fazla kısalmadı günler. eh adamlar ışıksızlıktan bunalıma girmiyorlar, ışın bolluğuna alışıyorlar yazın, o yüzden çok etkileniyorlar belki? ışık bol ve dramatik burda. bu kış çok güneşli bir kış idi. bahar ve yaz da yaşandı gayet güzel. bu evlerin güzel teraslarına, ya da kanal kenarlarına sıralanan arka bahçelerine, ya da parklardaki dev ağaçların altlarına kurulacak rakı sofraları ile...
delft'te hollanda: sanki döndükten sonra da sürekli burayı anlatacakmışım gibi, sanki çok büyük olaylar yaşamışım gibi, sanki anlat anlat bitmeyecek maceralar falan.. ama pek anlatmam belki, zaten büyük olaylar yaşamadım.
delft'te dünya kupası: ara sıra orda burda öten vuvuzelalar.. hollanda maç kazandıkça bu düzenli hayatlarında bir taşkınlık yapma olasılığının cezbesine kapılan ergen grupları, holigana benzeyemeyen kızlı erkekli kalabalıklar, atlı polisler, atların bokları.. neyse en sonunda ben de uykumdan bir anda silkindim ve gözucuylan bile bakmadığım bu kupanın finalini şu turuncu milletin arasında izleyeyim diyerek meydana indim. bütün barlar büyük ekranlarını dışarıya çıkarmışlar her yer tıklım tıklım her barın etrafında turuncu bir güruh ayakta ekranlara bakmakta, ben de işte bi o mekanın dışında bi bu mekanın dışında maçı izledim. sıkıcı bir maçtı. maç bozuldukça hollandalının da keyfi kaçtı. devre arasında eğlenmeye başladılar. maç başlayınca yine duruldular. eskii ev sahibem sophia'yı gördüm, o da avustralya'daki babası için tarihi olayları fotoğraflamaktaymış. yeni ev sahibim nuri'yi gördüm, mekandan mekana gidiyorlardı. kasabamızda sıradan bir gece, sıradışı bir turuncu hakimiyeti. bayrakla araları yok deniyor ama hanedanın bayrağıyla araları iyi.
delft'te oranjların wilyamı: bu arada wilyam of oranj'ın türbesi gerçekten de delft'teymiş. çelenk koymak isteyen olursa.. gittim gördüm. iki tane heykeli var bir baldakenin altında. bi tanesi kilisenin merkezine doğru gayet laubali bir biçimde oturmuş, tam bir ağa. öbürü arkasında yatağında yatıyor, ayağında terlikler, terliklere bir köpek dayanmış uyuyor. ölmüş adamcağız.
delft'te rotterdam yolu: en sonunda geçen sonbaharda hazırladığım haritalarımı alıp yola koyuldum. ana yolun batısında kalan bisiklet hattı gerçekten çok güzel, tarlaların arasından ve bir seri parktan geçip schiedam'a varıyor. burda eski liman, değirmenler, eski sokaklar binalar var, güzel bir yer, rotterdam'da da tarihi mekanlar varmış. sonra kentin merkezinden dolaşıp kuzey doğu tarafındaki göller ve tarlalar üzerinden döndüm. çok keyifli mekanlar. göllerde yelkenliler geziyordu.

2 comments:

olric said...

kafamkarışıkdeğil şifreli olmuş porno site gibi..sen takip ediyorsun da biz göremedikten sonra ne yazar..ne olduğunu bile hatırlamıyorum ya..böyle(buraya da iki nokta[hala noktalama işaretleriyle uğraşan biriymiş gibi hiç skimde değil halbuki artık])

ful kontak said...

o bir çalışma blogu gibiydi, hakattan pornoydu yani.. sonra ne var ne yok bir çalıştım konuyu, kafamı toparladım, o konular pek moda olmuş... baktım o konularda aslında daha doğru dürüst yazılabilir, daha bir bilgilendirici olunabilir, terminoloji yerli yerine oturtulabilir falan.. yapacağımdan değil, işim var gücüm var... ama "yapılabilirmiş" deyince de.. güzel bikaç felsefe blogu takip etmeye başladım, sonra artık kkd yavan göründü gözüme, kynik'le gelecek olric... okunası bir sayı olacak sanki...